18 Aralık 2009 Cuma

Yılmaz Erdoğan: Din adamları aktif olmalı


Demokratik açılım konusunda ciddi bir irade gördüğünü belirten ünlü tiyatrocu Yılmaz Erdoğan "Bu zorlu süreçte din adamları daha aktif olmalı." dedi.

Ünlü oyuncu ve yönetmen Yılmaz Erdoğan, hükümetin başlattığı demokratik açılıma destek verdi. Açılım sürecini baltalayacak her türlü söz ve eylemi 'provokasyon' olarak nitelendirdi. "Bu sefer çok ciddi bir irade görüyorum. Bu iradeyi gösteren kim olursa olsun sonuna kadar desteklerim." diyen Erdoğan, zorlu süreçte din adamlarına daha çok iş düştüğünün altını çizdi. Bu konuda Latin Amerika örneğine dikkat çeken Erdoğan, "Din adamları daha aktif olabilir. Bu süreçte onların doğal sakinliğine ihtiyaç var. Örneğin Latin Amerika'da pek çok kilise insan hakları derneği gibi çalışmıştır." diye konuştu.

Önceki akşam Habertürk televizyonunda yayınlanan 'Hülya Avşar Soruyor' programına konuk olan oyuncu, senarist, yönetmen Yılmaz Erdoğan, demokratik açılım ve DTP'nin kapatılmasıyla ilgili çarpıcı açıklamalarda bulundu. Hakkari'de doğup Ankara'da büyüdüğünü anlatan ünlü oyuncu, ülkenin meselelerine hangi açıdan bakılacağını iyi bildiğini savundu. Demokratik açılımın engellenemeyeceğini ifade eden Erdoğan, "Ben şuna inanıyorum, Edirne'den Hakkari'ye her evde bir tane ya da daha fazla -ki bunlar çoğunlukla kadınlar- sağduyulu insan var. Biz onlar sayesinde ayakta duruyoruz. Bu iradenin artık bu işi çözün dediğini duyuyorum. 25 yıllık çatışma üstüne bu tıkanıklık normal. 25 yıl çatışmaya harcadıysak 5 yıl da barışa zaman harcayalım. İşi çözelim, karşıtımızı küçük düşürmeyelim. Kazanmak zor, kaybetmek kolay. Umutsuz olmak istemiyorum." görüşünü dile getirdi.


Sokak eylemleri konusunda "Canımız yanıyor ama sakin olmalıyız. Sükunete ihtiyacımız var." yorumunu yapan Erdoğan, Anayasa Mahkemesi'nin DTP'yi kapatmasını ise zamansız buldu. Ünlü oyuncu, Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç'la parti kapatma konusunda aynı fikirde olduğunu belirterek, şöyle konuştu: "O da parti kapatmaya karşı. Tüm Türkiye aslında aynı fikirde ama bir adım öteye gittiğimizde kamplaşma oluyor. Parti kapatmanın yararlı olmadığını hepimiz biliyoruz. AK Parti bir ceza aldı ama kapatılmadı. Benzer bir formül DTP için de getirilebilirdi."

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=928382&title=yilmaz-erdogan-din-adamlari-aktif-olmali


8 Aralık 2009 Salı

‘Sen şimdi zuhur çağında bulunuyorsun’ - Mustafa Özcan - Vakit

İslâm dünyası Mehdi’yi, Hıristiyanlık dünyası da Mesih’i; hem bekliyor hem de tartışıyor. En azından Reagan ve küçük (oğul) Bush dönemlerinde bu mesele yoğun olarak tartışıldı. Jerry Falwell'le yakın ilişkileri olan Başkan Reagan, bir keresinde ona, "Jerry, sık sık hızla Armagedon'a doğru ilerlediğimizi hissediyorum" demiş, 1980'deki seçim kampanyası sırasında da Evanjelik lider Jim Baker'la yaptığı sohbet sırasında, "Armagedon'u görecek olan nesil, bizim neslimizdir" kehanetinde bulunmuştu. Bu inançlarını Yahudilerle de paylaşıyordu; 1983 Kasımında AIPAC'in yöneticilerinden Tom Dine'a telefon etmiş, ona Armagedon'la ilgili olarak inandıklarını anlatmış, Eski Ahit'te hikayeleri anlatılan İbranilerin, bugünkü İsrail'le özdeş olduğunu söylemişti. Türkiye’de de Mehdi hususunda tartışmaların hatta atışmaların ardı arkası kesilmiyor. Hatta İmam Rabbani’nin ‘Mehdi hicri asırların ilk çeyreğinde gelir ve üçüncü bin asrın müceddidi olur’ şeklindeki yorumlarından yola çıkan kimi zevat, Mehdi’nin çıkması için daha 600 yıl beklemek gerektiğini söylerken bekleme müddetini daha aza indirenler de var. En azından artık 1400’lü hicri yılların çeyreğinin geride kaldığını söyleyerek zuhuru gelecek asra talik ediyorlar. Lakin İmam Rabbani yerine bu hususta Mehdi’nin çıkışıyla alakalı Suyuti’nin Risaletü’l keşf li’tecavüzi hazihi’l ümmeti el elf risalesinden ve benzerlerinden yola çıkanlar da artık kıyametin eli kulağında olduğunu ve dolayısıyla Mehdi’nin zuhurunun yakın olduğunu söylüyorlar. Özellikle Ahmedinejad’dan sonra İran ve Irak gibi Şii dünyası da bu tartışmaların içine gömüldü. Şii müelliflerden Faris Fakih 2006 yılında ve özellikle de Hizbullah’ın zaferinden sonra kaleme almış olduğu ‘Ente’l an fi asri’z zuhur’ kitabıyla sadece Şii dünyasını değil Sünni dünyasını da çaprazlama olarak tartışmaların içine çekmiş oldu. Zira Sünniler Mehdi’nin zuhur alametleri arasında sayılan Hizbullah’a mümasil veya eşdeğer olarak Filistin’deki Sünni mukavemet hareketlerinin niye göz ardı edildiğini soruyorlar. Buna mukabil, Şia ulemasından da kitaba yönelik ciddi eleştiriler var.

--------

Kezebe’l Müneccimun yani astrologlar veya yıldız falcıları isabet etseler de yalan söylerler anlayışı doğrultusunda Şia’da da kezebe’l muvakkitun (vakit tayin edenler yalancıdırlar) şeklinde bir ifade var. Bundan dolayı, Mehdi’nin zuhuruyla alakalı değerlendirmelerde cezm yani kesin bir dil kullanmaktan kaçınıyorlar. Bundan dolayı Sistani’ye bağlı Mehdi Araştırmaları Merkezi, Sen şimdi zuhur asrındasın kitabına yönelik bir reddiye kaleme almış ve kitabı sarı sayfalı gazetelere benzetmiştir. Bu tartışmalardan şunu da öğreniyoruz ki, Şia’da kıyamet alametleri küçük veya büyük şeklinde tasnif edilmiyor. Yani alametler tek tip kabul ediliyor. Lakin, sen şimdi zuhur asrında bulunuyorsun, kitabı, alametleri intibak üzerinden şahıslarla tam güncelliyor. Sistani merciiyyeti katılmasa bile Faris Fakih meseleyi güncelleyerek doğrusu sansasyonel uçlarda dolaşıyor. Sözgelimi, saymış olduğu 18 alamet arasında geriye tek kalan Mehdi ve Süfyani’nin zuhuru. Müellife göre, zuhur çağının büyük alametlerinin birincisi İsrail’in kuruluşu. İkincisi Kum’dan bir adamın çıkması (Humeyni’ye intibak ettiğini söylüyor). Üçüncüsü, zuhur öncesi büyük bir askeri güç hazırlanması. Bu hususta Aynu’ş Şems’te bir doktora hazırlayan (Velayet-i fakih doktrini ve İran’daki tatbikatı) Şema Timurtaş, İran’ın Mehdi’nin zuhuruna hazırlık olarak büyük bir askeri güç hazırladığını ve nükleer silah edinmenin haram olduğuna dair fetvalara rağmen nükleer programla bizzat Hameney’in ilgilendiğini yazıyor (http://www.assabeel.net/ar/default.aspx?xyz). Dördüncü alamet, Mehdi devletine mukaddime ve zemin olarak İran’da İslâm cumhuriyetinin kurulması.

--------

Ayetullah Hamaney, Sözcüsü Ali Saidi aracılığıyla İslâm alemini Mehdi’nin zuhuruna hazırlanmaya çağırmıştı. El Arabiya Televizyonu’na göre, Ali Saidi, “Türkiye, Irak, Lübnan, Pakistan ve Afganistan, güçlerini birleştirip el Mehdi-el-Muntazar’ın dönüşü ve kökten değişikliklere hazırlıklı olmalı” diyor. Ali Saidi akabinde sözlerini şöyle bağlıyor, “Dürüst kuvvetlerimizi, Mehdi’nin gelişini engellemeye çalışmaya kalkabilecek ABD ve İsrail gibi ülkelere karşı eğitmeliyiz. İran silahlı kuvvetleri, Hamaney’e bağlıdır ve Mehdi’nin emirlerini yerine getirecektir...” Şii versiyonuna göre Mehdi’nin, 1141 yıl önce ortadan kaybolan 12. İmam olduğuna inanılıyor. Samarra’dan gözlerden kaybolan Mehdi’nin, İran’ın Kum kentinde ortaya çıkacağına da inanılıyor. Faris Fakih’e göre, beşinci alamet siyah sarıklıların yani Haşimilerin çıkarak Mehdi’ye müzaharet etmeleridir. Altıncısı, Beytü’l Makdis önlerinde taife-i mansura olarak Hizbullah’ın ortaya çıkması ve İsrail’e geçit vermemesi. Yedincisi, Irak’ın işgali. Nefsüzzekiyye yani Muhammed Bakır el Hekim’in öldürülmesi. İlmin bayraktarlığının Necef’ten Kum’a geçmesi. Süfyani’den önce Şeysbani olarak Nasibi inancından Zerkavi’nin ortaya çıkması. Irak’ta İran’a bağlı bir İslâmi idarenin ortaya çıkması. Son Hicaz Kralı Abdullah’ın ölümü ve Suud kraliyetinin dağılması. On üçüncüsü, Semavi ve arzi felaketlerin çıkması. On dördüncüsü kuyruklu yıldızın dünya yörüngesine girmesi. On beşincisi, Horasani’nin yani Hamaney’in velayet bayrağını Mehdi’ye teslimi. On altıncısı, Ahmedinejad’ın şahsında Şuayb Bin Salih’in zuhuru. On yedincisi, Yemani’nin zuhuru; ki kimilerine göre bu rol Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’a intibak ediyor. On sekizincisi Mehdi’nin zuhuru ve Kudüs’ün geri alınması İsrail’in zevali ve dünya hakimiyetinin kurulması. Fakih, Süfyani’nin, Şam’da zuhur edeceğini darbeyle başa geçeceğini ileri sürüyor. Elbette Sünni kaynaklarda da Mehdi’nin görevleri arasında Mescid-i Aksa’nın geri alınması da sayılıyor. Mehdi, Mescid-i Aksa’nın fatihi olacaktır (Ez Zikra, Halid Abdulhalim Mütevelli,s: 240). Faris Fakih, Süfyani’nin Şam’da çıkacağını söylemesine mukabil Sünni kaynaklar Mehdi ve İsa’nın mücadelelerinin de Şam eksenli olacağını söylüyorlar. Deccal’ın ise daha ziyade Filistin (İsrail) merkezli olacağı da ifade edilmektedir. Elbette meseleler müteşabihat zümresindendir ve meselenin tam anlaşılması olayların netleşmesine bağlıdır.

Ahmedinejad: ABD, Mehdi’nin gelişine ket vuruyor

İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad, ABD'nin, Mehdi'nin gelişine ket vurduğunu söyledi. Ahmedinejad, "Mehdi muhtemelen İran'dan çıkacak. Onun için ABD bunu engellemeye çalışıyor" dedi.

Ahmedinejad, Dubai'den yayın yapan El Arabiye televizyonunun internet sitesinde yer alan konuşmasında, "Mehdi muhtemelen İran'dan çıkacak. Onun için ABD bunu engellemeye çalışıyor" dedi.

El Arabiye'nin İran internet sitesi "Tabnak"tan yaptığı alıntıya göre Ahmedinejad, "Şii inancınca Kerbela faciasından sonra 689'da kaybolan 12. İmam'ın Mehdi olarak anıldığını" hatırlattı.

Irak savaşlarında yakınlarını kaybedenlere hitap eden Ahmedinejad, "ABD, İmam Mehdi'nin (Kayıp İmam'ın) dönüşünü engelleye çalışmaktadır" dedi.

Siyaset bilimcilerin İran'ın Orta Doğu'nun en kuvvetli ülkesi olduğunu teslim ve takdir ettiklerini hatırlatan Ahmedinejad, "İran'a karşı olanların kibri, küstahlığı, onun gücünü kabul etmek istememelerindendir" diye konuştu.

Ahmedinejad, Afganistan'ı işgal edenlerin de 50 yıl daha kalsalar bile rezil rüsva halde memleketten ayrılacaklarını iddia etti.

AA




29 Kasım 2009 Pazar

G 18’de Bediüzzaman oturuyor

İstanbul’un en güzel sinema salonlarından birine gitmişsiniz.

Elinizde popcorn.

Yeriniz G 16.

Yan koltuk, G 18, boş.

Biraz sonra yaşlı bir adam gelip oraya oturuyor.

Başında sarık, giysileri farklı.

Biraz dikkatlice bakıyorsunuz, “Olamaz” diyorsunuz.

Koltuk komşunuz Bediüzzaman.

Yani Saidi Nursi.

Tabii bugün başınıza böyle bir şey gelmesi mümkün değil.

Ama 1920’li 30’lu yıllarda İstanbul’da yaşayan biri olsaydınız böyle bir şeyle karşılaşabilirdiniz.

¡ ¡ ¡

Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı’nın sinema üzerine yazılarını topladığı kitabını okuyorum.

En çok ilgimi “Sinemada akrep ve yelkovanı aşmak” (*) başlıklı yazı çekti.

Bu yazıdan öğrendim ki, Saidi Nursi iyi bir sinema seyircisiymiş.

Bunun üzerine Dumanlı’yı arayıp, hangi filmleri severdi diye sordum.

Hangi filmlere gittiği konusunda onda bilgi yoktu.

Biraz araştırdım ve Ali Murat Güven’in 26 ocak 2007 tarihli Yeni Şafak Gazetesi’ndeki bir yazısına rastladım.

Orada 1921 yılına ait bir anekdot var.

Saidi Nursi bir gün öğrencilerinden Molla Süleyman ile Ayasofya’da namaz kıldıktan sonra yakındaki bir çayhaneye oturmuş.

Çayını içtikten sonra öğrencisine, “Haydi oğlum şöyle güzel bir film seyredelim” demiş.

Öğrencisi de benim gibi şaşırmış ve “Sinema mı” diye sormuş.

Saidi Nursi’nin cevabı şöyle olmuş:

“Bak Süleyman ben sinemaya başkalarının gittiği gibi gitmem. İbret için, dersler çıkarmak için film seyrederim”.

Birlikte Alemdar Sineması’na gitmişler.

O yıllarda henüz yerli filmler başlamadığı için, sessiz yabancı filmler varmış.

Bu arada yazıda önemli bir ayrıntı var.

“Bediüzzaman birinci mevkiden iki bilet almış.”

Film arasında öğrencisine sormuş.

“Anlat bakalım ne anladın bu filmden?”

Öğrencisi “Hiçbir şey” demiş.

Bediüzzaman bunun üzerine şunları söylüyor:

“İşte dünya da aynen sinema perdesine benzeyen bir yerdir. Kendisi sabit olmadığı gibi, içindekiler de fani; hiç durmuyor, akıp gidiyor. Onun için dünya hayatına hiç güvenme oğlum. Hayatlarımız izleğimiz bu film kadar kısa ve geçicidir.”

¡ ¡ ¡

Bu arada, Dumanlı’nın kitabından bir başka şeyi daha öğreniyorum.

Saidi Nursi, son günlerde Lost filminin yapımcılarının yeni moda ettiği “flash forward” yöntemini de uygulamış.

“Bir zaman Eskişehir Hapishanesi’nin penceresinde, bir Cumhuriyet Bayramı’nda oturmuştum. Karşımdaki lise mektebinin büyük kızları, onun avlusunda gülerek raks ediyorlardı. Birden, manevi bir sinema ile elli sene sonraki vaziyetleri bana göründü.”

Tam bir flash forward, ileriye bakış olayı değil mi?

Tabii bu arada benim içimdeki hınzır da hiç rahat durmuyor.

İnsanın, o yıllarda sinemaya gitmek için bu kadar ulvi ve entelektüel gerekçeler aramak zorunda kalması hüzünlü bir şey değil mi?

Ben, canım istediği, iyi zaman geçirmek, eğlenmek istediğim için sinemaya gidiyorum.

Yine de Saidi Nursi’nin bu fani ve insani keyfi yaşaması güzel bir şey.

¡ ¡ ¡

(*) Ekrem Dumanlı; “Sinemaya Farklı Yerden Bakmak”, Zaman Kitap, Ekim 2009

Atatürk'ün Kuran muhabbeti!

Atatürk Çankaya Köşkü'ne sık sık hafız çağırırmış! Ayrıca o camide minberde cemaate hutbe okuyan ilk ve tek cumhurbaşkanıymış!

Diyanet Dergisi'nde Atatürk'ün Peygamber anlayışını inceleyen bir yazıda, "Dolmabahçe Sarayı ve Çankaya Köşkü, onun hafızları çağırıp sık sık Kuran okutmasına tanık olmuştur" denildi

Atatürk'ün dindar olup olmadığı, nasıl ibadet ettiği tartışmalarına Diyanet İşleri Başkanlığı da katıldı. Başkanlık tarafından yayımlanan Diyanet Dergisi bu ayki sayısında ilginç bir konuya yer verdi.

"Atatürk'ün Peygamber anlayışını" irdeleyen yazıda, "Dolmabahçe Sarayı ve Çankaya Köşkü, onun hafızları çağırıp sık sık Kuran okutmasına tanık olmuştur" denildi.

Yazıda, Atatürk'ün Cumhurbaşkanı seçilmesinden önce okuduğu bir hutbe örnek gösterildi ve "Atatürk, camide minberde cemaate hutbe okuyan ilk ve tek cumhurbaşkanıdır" denildi. Yazı Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde görev yapan Doç. Dr. Selim Özarslan tarafından kaleme alındı. "Atatürk'ün Peygamber Anlayışı" başlıklı yazıda dikkat çeken bölümler şöyle:
FİKİR ALIŞVERİŞİ YAPARDI

ATATÜRK'ÜN KURAN'A BAĞLILIĞI: Atatürk'ün Kuran'a bağlılığını ve sevgisini de, Kitab-ı Ekmel yani 'Mükemmel Kitap' olarak isimlendirerek belirtmiştir. O'nun Kuran'a olan muhabbeti her yerde sürmüş, Dolmabahçe Sarayı ve Çankaya Köşkü onun bu sevgisine hafızları çağırarak sık sık Kuran okutmasıyla tanık olmuştur. Yine Kuran ayetleri üzerine araştırma ve incelemeler yapmış, meşhur din bilginleri ve hafızlarla meal ve tefsir konularında fikir teatisinde bulunmuştur.

DİNİ KENDİ DİLİNDE ÖĞRENMEK: Atatürk hadislerin Türkçeye çevrilmesini sağladı. Söz konusu çalışmalarla Müslüman Türk milletinin kendi dinini ana metinlerinden öğrenme imkânına kavuşmasını sağlayan Mustafa Kemal Atatürk olmuştur. Bu çalışmalara ulemadan da tepki gelmiştir. Dönemin sosyal ve politik şartları bu projenin devamlılığına imkân tanımamıştır.

HUTBE OKUDU: Atatürk minberden cemaate hutbe okuyan ilk ve tek cumhurbaşkanıdır. Atatürk'ün din ve Tanrı tasavvurunu en güzel anlatan konuşmalarından biri de 7 Şubat 1923'te, Balıkesir Zagros Camisi'nden yapmış olduğu hutbesidir.

İBADET ANLAYIŞI: Atatürk'ün dinin asıl unsurlarından olan ibadetle ilgili düşünceleri, dinin belirlediği ve Hz. Peygamber'in uygulamasıyla aktüelleştirdiği formel biçimiyle, yaratan-yaratılan arasındaki samimi irtibatı temsil eden ibadet felsefesiyle ahenkli bir uyum halindedir.

***

İlahiyatçı Doç. Dr. Selim Özarslan'ın makalesinde, "Atatürk camide minbere çıkarak cemaate hutbe okumuş ilk ve tek cumhurbaşkanıdır" deniyor.

http://internethaber.com/news_detail.php?id=218423

20 Kasım 2009 Cuma

Rus okullarında din dersi konuşuldu

Saratov'daki konferansın ana gündem maddesi okullarda verilecek din eğitimi oldu

Rusya'nın Saratov bölgesinde "Rusya'da İslami Aydınlanma" başlığıyla, Povoljya Müslümanları Dini İdaresi tarafından organize edilen konferans sona erdi.

Rus okulları ve üniversitelerde 'İslam kültürünün esasları' adıyla verilecek derslerle ilgili projenin tanıtılmasına yönelik konferansa, Rusya'nın çeşitli bölgelerinden dini liderler ve Saratov eyaleti yöneticileri katıldı.

Müslüman toplumun temsilcileri, Medvedev tarafından çıkarılan kanuna göre okullarda din dersinin verileceğini hatırlattı ve bu kararın önemine dikkat çekti. İslam dininin öğretilmesi için çok sayıda öğretmene ihtiyaç duyulduğunu kaydeden dini liderler, bu konuda büyük sorunlar yaşanacağı uyarısında bulundu. Şu anda yeterli sayıda öğretmen kadrosu olmadığına dikkat çekilen konferansa katılanlar, ilk aşamada İslam'ı öğretecek kişilerin eğitimine ağırlık verilmesini kararlaştırdı.

Toplatıya katılan Prof. Dr. Aleksey Malaşenko, din eğitiminin önemine dikkat çektiği konuşmasında, dini eğitiminin tamamen devlet kontrolü altında olmasının yalnış olduğunu da vurguladı.

Rusya İslam Alemi Stratejik Araştırmalar Merkezi başkanı Şamil Sultanov ise, ülkedeki ekonomik krize dikkat çekerek, sosyal adaletin sağlanmasında 'zekat'ın önemine vurgu yaptı.

Dünya Bülteni

İslam bilime öncü oldu

Prof. Dr. Fuat Sezgin, kendilerine Müslümanların dünyayı öküzün boynuzunda sandığının öğretildiğini belirterek, ‘’Halbuki Müslümanlar 10. yüzyılda göğün ve yerin eğiminin sabit mi değişken mi olduğunu hesaplamak için rasathane kurdu’’ dedi

Dünyanın önde gelen İslâm Bilim Tarihi Uzmanı Prof. Dr. Fuat Sezgin, insanlığın Rönesans ninnileri ile büyüdüğünü, kendilerine Müslümanların dünyayı öküzün boynuzunda sandığının öğretildiğini belirterek, ‘’Halbuki Müslümanlar 10. yüzyılda göğün ve yerin eğiminin sabit mi değişken mi olduğunu hesaplamak için rasathane kurdu’’ dedi.

Prof. Dr. Sezgin, Boyut Yayınları tarafından yayımlanan ‘’İslâm Uygarlığında Astronomi, Coğrafya ve Denizcilik’’ eserinin, Gülhane Parkı’nda kendisinin de kurucularından olduğu İslâm ve Teknoloji Tarihi Müzesi’ndeki tanıtım toplantısında basın mensuplarıyla bir araya geldi. Müslüman bilim adamlarının 9-16. yüzyıllar arasında, diğer kültürlerden alıp geliştirdiği ve kendilerinin icat ettiği alet ve düzenekler üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan, 1982’de Frankfurt’ta Goethe Üniversitesi’ne bağlı Arap-İslâm Bilimleri Tarihi Enstitüsü ve 1983’de buranın müzesini kuran Prof. Sezgin, bilimler tarihini bütün insanlığın müşterek mirası kabul ettiğini, bilim tarihindeki eksik halkalardan birini yerine koymak için çalıştığını ifade etti. Rönesans’ı doğrudan Orta Çağa bağlayan yanlış düşünceyle oluşan boşluklara dikkati çeken Prof. Dr. Sezgin, Avrupa’yı Rönesans’a İslâm bilim kültür çevresinden bir alma ve özümsenme döneminin hazırladığını, Avrupa’daki üretkenliğe zemin oluşturan, kendisinin de İslâm dünyasında 9-16. yüzyıl arasında gösterilen bu başarıyı eserleriyle ortaya koymak istediğini dile getirdi. Avrupa’da İslâm kültürünün başarılarını yok sayma ve reddetmenin büyük ölçüde yaygın olduğa işaret eden Prof. Dr. Sezgin, şöyle konuştu: ‘’Avrupalılar 10. yüzyıldan itibaren Müslüman bilim adamlarının eserlerini Latinceye çevirmeye başladılar. Bu çalışmalar İspanya üzerinden Fransa ve İngiltere rotasını takip etti. Arapça bilen Yahudi tanıdıklarına önce İbraniceye oradan da Latinceye çevirtiyorlardı. Bu alma ve asimilasyon süreci 500 yıl sürdü. Bu sürede hangi kitapların tercüme edildiği biliniyor. Avrupalılar 16. yüzyıldan sonra üretken olmaya başladılar. Bu yüzde yüz bir realitedir.’’

“RÖNESANS NİNNİLERİYLE BÜYÜDÜK”

Günümüz insanının İslâm kültür ve bilim tarihinden haberdar olmadığını, Rönesans tanımlamalarının sarsılmadan varlığını sürdürdüğüne işaret eden Prof. Dr. Sezgin, ‘’Siz de benim gibi Rönesans ninnileri ile büyüdünüz. ‘Müslümanlar dünyayı öküzün boynuzunda sanıyordu’ diye öğretildi. Halbuki Müslümanlar 10. yüzyılda göğün ve yerin eğiminin sabit mi değişken mi olduğunu hesaplamak için rasathane kurdu’’ şeklinde konuştu. Prof. Dr. Sezgin, Gülhane Parkı’nda kendisinin de kurucularından olduğu İslâm ve Teknoloji Tarihi Müzesi’nin bu gerçek dışı tarihsel bakışı düzelteceğini ümit ettiğini dile getirdi. Türkiye ve yurt dışında müzenin tanıtımı için çok az şey yapıldığını belirten Prof. Dr. Sezgin, ‘’Müzenin Türkiye’de tanıtımı için hemen hemen hiçbir şey yapılmadı’’ serzenişinde bulundu.

20. YÜZYIL SEVİYESİNİ BİZ 10. YÜZYILDA BULDUK

HayatInI adadığı araştırmaları sonucu matematik coğrafya tarihinin Avrupalılar tarafından bugüne kadar yazılmadığını dile getiren Prof. Dr. Sezgin, kaynakların yüzde 20’sinin Yunan, Hint ve modern Avrupa’ya yüzde 80’inin ise Müslümanlara dayandığına dikkati çekti. Avrupalıların elinde 18. yüzyıla kadar İslâm dünyasındaki enlem boylam haritalarının olduğunu söyleyen Prof. Dr. Sezgin, ‘’Matematik coğrafya Müslümanların işi. Biruni, matematik coğrafyayı müstakil bir bilim olarak kurdu’’ dedi. Beşerî coğrafya alanında ise İslâm bilgini Makdisi’yi örnek gösteren Prof. Dr. Sezgin, ‘’Müslümanlar 10. yüzyılda beşerî coğrafyanın en yüksek noktasına ulaştı. 20. yüzyıl seviyesini biz 10. yüzyılda bulduk’’ diye konuştu.

Yeni Asya

Ünlü manken Müslüman oluyor

Kaddafi'nin Müslümanlığı anlattığı geceye katılan ünlü manken Müslüman olmaya karar verdi.

İtalya ziyareti sırasında Roma’da iki gece üst üste 200 manken kadını toplayan ve onlara müslümanlığı anlatarak İslamiyete çağıran Libya Lideri Muammer Kaddafi, sonunda muradına erdi. İtalyan manken Alda Ribeiro, Kaddafi’nin hediye ettiği Kuran’ı okuduğunu, çok etkilendiğini ve Müslümanlığa geçmeyi düşündüğünü söyledi. 27 yaşındaki manken, “ Bay kaddafi ile karşılaşmam, hayatımı değiştirdi. Eskiden İslam beni korkuturdu. Ama şimdi beni büyülüyor. Annem koyu bir katolik, Müslümanlığa geçmemi nasıl karşılar bilmiyorum” dedi.

Bugün

13 Kasım 2009 Cuma

İSRAİL’DEN ADNAN OKTAR’A GELEN İKİ MİSAFİR KİM?

Odatv’nin edindiği bilgilere göre; İsrail’den iki isim Adnan Oktar’a konuk olarak geldi.

Bu isimler, İsrail Batı Şeriada Başhaham olarak görev yapan Haham Menachem Froman ve Nakşibendi Şeyhi Sheikh Abdulaziz Bukhari idi.

Haham Froman, Filistin Kurtuluş Örgütü ve Hamas'tan Filistinli dini liderlerle yakın bağlantısı olduğu bilinen bir isim.

Adnan Oktar’a yakın kaynaklar, bu iki ismin Türkiye’ye gelişini ve Oktar’la görüşmelerini Ortadoğu’da barışı sağlamak amacıyla olduğunu söylüyorlar.

Odatv.com

http://www.odatv.com/Siyaset/israilden_adnan_oktara_gelen_iki_misafir_kim-18389.html

12 Kasım 2009 Perşembe

İmam-ı Rabbani’ye göre Mehdi

İmam-ı Rabbani ve Müceddid-i Elif-i Sani olan Ahmed-i Faruk-i Serhandi (ra) Tarikatta müceddid olduğu gibi şeriatta da müceddittir. Tarikatların şeriat dairesi içinde kalması ve hakikatten nemalanması gerektiğini ifade etmiştir. Peygamberin (sav) sünnetini muhafaza etmenin önemini izah etmiş ve şeriatın bir hakikatini ve bir adabını muhafaza etmeyenin ibadetinin önemsiz ve değersiz olduğunu açıklamıştır.

Manevi makamları ve bu makamlara ulaşmanın yollarını izah etmiştir. Tarikatta seyr-i sülûk ve makamlardan geçmek vardır. Ancak İmam-ı Rabbani Farzları yapıp haramlardan kaçan ve peygamberin sünnetini esas alanların tarikatın seyr-i sülukuna ihtiyaç duymadan tarikatın makamlarından daha yüce makamlara çıkabileceklerini söyler. “Öyle makamlar vardır ki, cezbe ve süluk onlara yanaşamaz. Bu son makamlar çok yüksek ve pek kıymetlidir” der. Bu yüce makamın sahabelerde göründüğünü belirten İmam-ı Rabbani “Bu makam sahabe-i kiramdan sonra ahir zamanda gelecek olan Mehdi’de görüneceğini” belirtmiş ve “Tasavvuf büyüklerinden pek az kimse bu makamdan haber vermiştir” buyurur.

Sahabe-i kiramın peygamberin (sav) sohbetinde bir an bulunmakla erebileceğini belirtir. Zira bu makamlar imanın inkişafına, farzların yapılmasına, haramlardan kaçmaya ve sünnet-i seniyyeye göre yaşamaya bağlıdır. İmam-ı Rabbani bu hususları şöyle ifade eder:

“Tasavvuf yolculuğunda, her makamın, ayrı bilgileri, marifetleri, hâlleri vardır. Her makam için ayrı vazîfe, zikir ve teveccüh lâzımdır. Bazı makamda zikir, başka makamda Kur'an-ı kerim okumak, namaz kılmak, bazısında cezbe, bazısında sülûk, bazısında ise bu nîmetim her ikisi vardır. Öyle makamlar da vardır ki, cezbe ve sülûk oraya yanaşamaz. Bu son makamlar çok yüksek, pek kıymetlidir. Peygamberimizin Eshâb-ı kirâmının hepsi, bu makamlara kavuşmuş, bu büyük nîmet ile şereflenmiştir. Bu makamların sahipleri, başka makamların sahiplerine benzemez. Başka makamların sahipleri ise, birbirlerine az çok benzer. Bu makam, Eshâb-ı kirâmdan sonra, Hz. Mehdîde görünecektir. Tasavvuf büyüklerinden pek az kimse, bu makamdan haber vermiştir. Bu makamın ilimlerinden, marifetlerinden söyleyen ise, yok gibidir. Bu makam, Allahü teâlânın, öyle büyük bir nîmetidir ki, dilediği, seçtiği bahtiyârlara nasip olur. Eshâb-ı kirâm bu pek yüksek mertebeye, daha ilk sohbette ayak basardı ve zamanla bu mertebelerde yükselirlerdi. Sonra gelen Evliyâdan birini, bu nîmet ile şereflendirmek ve Eshâb-ı kirâmın terbiyesi ile yetiştirmek isterlerse, cezbe ve sülûk mertebelerini geçirip ve bunların ilim ve marifetlerini atlattıktan sonra, bu devlete eriştirirler. Bu mertebelere yetişebilmek, insanların en üstününün sohbeti ile mümkün olabilir. Onun izinde gidenlerden pek az kimseye de, bu bereketi ihsân edebilirler. Bunun sohbetine kavuşan da, bu mertebelere ulaştıran nispet ile, yol ile şereflenir. Cezbe, sülûkten önce olduğu zamanlarda yaptıkları gibi, bu yolda da, nihâyetin hâlleri, başlangıçta gösterilir, tattırılır.” (İmam-ı Rabbani, Mektubat, 1. Cilt, 32. Mektup)

İmam-ı Rabbani, ahir zamanda geleceği müjdelenen Mehdi’nin (ra) velayetin en yüksek derecesinde olacağını, bunun sebebinin de sıfatı olan ilimden kaynaklandığını özellikle belirtir. (Mektubat, 1. Cilt, 251. Mektup) Muhiddin-i Arabî’de (ks) Mehdi’nin ilminin Hz. Ali’nin (ra) ilminden mülhem “Marifetullah” ilmi olduğu için bütün ilimlerden üstün olduğunu ve “ilimlerin şahı ve padişahı olan iman ilminin” üstünlüğünden kaynaklandığını belirtir.

Sonuç olarak ahir zamanda gelecek olan Mehdi (ra) ilimle ve bilhassa “Marifetullah” ilmi ile tanınıp bilinecektir. Bu ilim ilimlerin şahı olduğu ve bu ilim peygamberimizden (sav) Hz. Ali’ye intikal etmiştir. Hz. Ali (ra) peygamberimizin ilmine varis olduğu için ilim sıfatı ile tanınmıştır. Mehdi de Hz. Ali’nin manevi evladı olduğu ve ilmine varis olduğu için “ilim sıfatı” ile tanınacaktır. Zaten peygamberimiz (sav) “Ahir zamanda ilim kalkar. Neslimden Mehdi gelerek ilmi yeniden ihya eder” buyurmuşlardır.

http://www.risalehaber.com/author_article_detail.php?id=6752

8 Ağustos 2009 Cumartesi

Tevekkül giderek önemli bir tedavi unsuru oluyor - Prof. Dr. Osman MÜFTÜOĞLU

Kırklı yaşlar ve sonrasında hastalanma ihtimali artıyor. Nedeni hücrelerin yaşlanması, iç ve dış etkenlerle yıpranıp yorulmasıdır.

Yaşlı ve yorgun hücreler iç ve dış zararlılara eskisi kadar direnemiyor, diklenemiyor. Yaşlandıkça daha sık grip, nezle olmanız, ağrıdan sızıdan daha çok yakınmanız bundandır. Ne iyi ki bunların çoğu önemsiz şeylerdir. Basit tedaviler ve kısa istirahatlarla düzelirler. Ayrıca, “inanç dünyanızı zenginleştirip manevi yanlarınızı güçlendirmenin” üzerinde ısrarla durmanızı öneriyorum. Çünkü bu konu her gün biraz daha önemli hale geliyor.

SAĞLIK alanında kalenize girebilecek iki gol var ki onların izi kalıcı olabiliyor. Hatta bazen bu iki golü kalenizden çıkarmanız mümkün olamıyor, kırmızı kartı görüp sahayı terk ediyorsunuz. Bu goller, “kalp damar hastalıkları” nedeniyle ortaya çıkan sorunlar ve çeşitli doku ve organlarda gelişen “kanserler”dir. Neredeyse her ülkede, hayatı sonlandıran nedenlerin ilk sırasını bu iki sağlık sorununun alması da bundandır.
Sağlık sorunlarından uzak, güzel ve huzurlu bir yaşlanma süreci için özellikle bu iki soruna karşı uyanık olmalısınız. Bu iki golü yememek, mümkünse daha ceza sahalarına girmeden engellemek zorundasınız. Onları önlemek de, erken teşhisle tedavi etmek de, başınıza geldiği zaman ağırlıklarını hafifletip sahayı terk etmemek de elinizdedir. Yani her iki sorunun da çaresi var. Çare koruyucu önlemleri almanızda, kendinize iyi bakmanızdadır.

Ne yapacaksınız

Araştırmalar sadece yaşam tarzınızda yapacağınız bazı değişikliklerle bile kalp damar hastalıkları ve kanserleri yüzde 70-80 oranında önleyebileceğinizi gösteriyor. Uzmanlar bu değişiklikleri ne kadar erken yaparsanız sonuç alma ihtimalinizin o kadar yüksek olduğunu söylüyor. Yapacağınız değişimlerin çoğunu siz zaten biliyorsunuz: Yemenize içmenize dikkat edecek, kilo kontrolünüze önem vereceksiniz. Aktif bir hayat sürüp, uykunuzdan taviz vermeyeceksiniz. Mümkün olduğu kadar az sinirlenip üzülecek, olayları iyimser bir bakışla izleyip yöneteceksiniz. Temiz bir çevrede yaşamaya çalışacak, yıllık sağlık kontrollerinizi ihmal etmeyeceksiniz. Doktorlarınızın önerilerine dikkatle uyacaksınız. Ve tabiî ki inanç zenginliğinizi koruyup geliştirecek ve tevekkül etmeyi bileceksiniz.

Maneviyat önemli

Özellikle son noktanın yani “inanç dünyanızı zenginleştirip manevi yanlarınızı güçlendirmenin” üzerinde ısrarla durmanızı öneriyorum. Çünkü bu konu her gün biraz daha önemli hale geliyor.

Söylemek istediğim şey şu: Hastalıkları önlemek, hastalıkları tedavi etmekten daha kolaydır. Hastalıkları önlemenin en etkili yolu ise sağlıklı ve doğru seçimler yapmaktır. Zaman zaman bazı yanlışlar yapsanız bile bunları uzatmamak, tekrarlamamaktır. Hastalıkları önlemenin sadece bedene odaklanmakla mümkün olmadığını bilmek, ruh dünyasının da en az beden kadar temiz, bakımlı, dingin ve sağlıklı olması gerektiğini unutmamaktır. Son zamanlarda çok sık yapılmaya başlanan bir hatayı siz de yapmayın: Sadece bedeninize odaklanmayı bırakın. Ruh sağlığı ve zenginliğini ıskalamayın. Kalp damar hastalıklarını ve kanserleri önlemek elinizdedir. Gelin bugün, bu sabah hayatınızla ilgili önemli bir karar verin. Bu iki tehlikeli golü yememek için yanlışlarınızdan vazgeçin…

İnanç en güçlü Koruyucudur

Araştırmalar sadece faydalı şeyler yemenin de, her gün ısrarla yürümenin de kanser ve kalp damar hastalıklarından korunmaya yetmediğini, iç dünyanızı da besleyip büyütmenizin şart olduğunu gösteriyor. Öfkeli, sinirli, kıskanç, gergin, kızgın kişilerde de, depresyon ve benzeri sağlık problemi olanlarda da kalp krizlerine beklenenden daha sık rastlanıyor. Ağır üzüntüler, uzamış hüzünler ve iç sıkıntılarıyla geçen günleri takiben kansere yakalanma şanssızlığı artıyor. Yine işin uzmanları (Örneğin, ünlü Harvard'lı hoca Dr. Herbert Benson) inanç dünyası zengin, manevi bağları güçlü, kendisi, ailesi ve sosyal çevresiyle barışık insanların her iki sorunla da daha az karşılaştıklarını söylüyor. Bu sorunlarla karşılaştıkları takdirde de bu insanlar problemlerini en hafif düzeyde yaşıyor, hastalıklarını daha kolay, daha az yara bereyle atlatabiliyor.

Dr. Özgen Doğan neler yazmıştı?

NEW YORK'ta görev yapan Türk kardiyologu Dr. Özgen Doğan'a göre:

Kalp hastalığından ölen kadınların sayısı, meme kanserinden ölen kadınların sayısının on katıdır.

Menopoz sonrası alınan hormon desteklerinin kalp krizi riskini azaltma etkisi yoktur.

Kalp hastalığı bir erkek hastalığı değildir, kadın ve erkeklerde kalp hastalığı görülme sıklığı eşittir.

Kalp krizlerinin yüzde 25'inde hiçbir belirti görülmemektedir. Özellikle kadınların yüzde 64'ünde kalp krizi öncesi hiçbir belirti görülmez.

Sigara içenlerin yüzde 40'ı emekli olmadan ölürler. Sigarayı bırakanların kalp krizi riski yüzde 60 düşer.

Kalp krizi geçirenlerin yüzde 50'sinde kriz öncesi depresyon görülür. Gülmek, stresi azaltmak için en iyi ilaçlardan biridir.

Saldırganlık veya kızgınlık kalbiniz için- kolesterol ve sigaradan daha tehlikeli bir risk faktörüdür.

Diş sağlığı ile kalp sağlığı doğrudan ilişkilidir.

Müzik ile tedavi edilen hastaların taburcu olma süreleri daha kısadır.

Çay ve nar kalp sağlığı için yararlıdır.

http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=12201376&yazarid=95&tarih=2009-08-03

"Bilgisayar Dabbetül Arz'dır"

Adnan Oktar kıyamet alametlerinin belirdiği söyledi

Kıyamete çok az bir vakit var. Hicri 1500 yılından sonra kıyamet bekleniyor. Said Nursi de 1545 yılında Allah'ın izniyle kıyamet kopacak diyor. Yani bunun son anlarındayız. Mehdi'nin çıkışından önceki alametlerin birçoğu belirdi. 1 Ramazan'da güneş tutulması, İran-Irak savaşı, Afganistan işgali, Fırat'ın suyunun kesilmesi, Ramazan ayında ay ve güneş tutulması, kuyruklu yıldızın çıkması, Kabe baskını, çöle batan ordu (Irak ordusu), Bağdat'ın alevlerle yok edilmesi gibi. Kur'an-ı Kerim'in Nur Suresi'nin 55. ayetinde Mehdi'nin çıkışıyla ilgili bilgi vardır.

Dabbetül Arz bilgisayardır. Topraktan mamul ve konuşan, canlı özelliği gösteriyor. Bilgisayar ve internet sistemi Dabbetül Arz'dır. Ahir zamanda çıkmıştır ve dine hizmet etmektedir. İnsanlara dini anlatıyor. Kuran'da insanları uyaracak diyor gerçekten de uyarıyor. Mehdi'nin ve Hz İsa'nın kılıcıdır internet sistemi.

http://www.haberturk.com/haber.asp?id=164062&cat=160&dt=2009/08/08

30 Temmuz 2009 Perşembe

‘Mesih beni İslam’a çağırdı’ - Mustafa Özcan - Vakit - 2009-07-30

Geçtiğimiz günler gazeteler bir haberle çalkalandı ve yankılandı. Gazetelere düşen bir habere göre, İsrail’de her yıl en azından 100 kadar Yahudi İslamiyeti seçiyor. İsrail’de günlük olarak çıkan Maariv Gazetesi’nin yaptığı araştırma okuyanları ve duyanları şoke etti. Gazeteye göre, yüzlerce Yahudi dinlerini bırakıp Müslüman oluyor. İsrail mahkemelerinin verileri, son iki yılda 250 Yahudi’nin Müslüman olma talebiyle mahkemelere başvurduğunu gösteriyor. Başvuranlar nüfus cüzdanlarında yazan Yahudi ibaresini İslam’a çevirmek istiyor. Gazetenin haberine göre, Yahudiler arasında artan ‘Müslüman olma’ olgusu son beş yılda gözle görülür biçimde arttı ve yaygınlaştı.

Neden? İslamiyet muzaffer ve galip bir din olduğu için mi? Kestirmeden hayır. Zahiri olarak böyle bir durum yok. Bununla birlikte, İslamiyet yenik göründüğünde dahi o muzafferdir. Zira, İslamiyetin değerleri yenilmez. Sadece onun mensupları yenilir. O da muvakkaten ve yenilenmek için. Bediüzzaman, ‘kimse Risale-i Nuru yenemez’ derken işte bu gerçeğe işaret ediyor ve bu gerçeğin köklerine ve aslına vurguda bulunuyordu. Moğollar zaferlerinin zirvesindeyken Müslüman oldular. Müslümanların yenilgiden yenilgiye koştukları 19’uncu asırda Senusiler Afrika’da milyonları İslam’a kazandırdılar. Dolayısıyla İslamiyetin dışındaki bir terkiple günümüzdeki ruhi boşlukları doldurmak tek kelime ile imkansız. Yahudiler de Hıristiyanlar da, aynı bozulmamış berrak kaynağa muhtaçlar. Bir gün muhakkak fevc fevc yani grup grup İslamiyete dahalet edecekler. Zira aradıklarını onda bulacaklar. İslamiyet beşeriyet için son reçetedir ve güneş Batı’dan tulu edene kadar bu reçete geçerliliğini ve salahiyetini muhafaza edecektir. Yahudiler gibi Hıristiyanlar da birer ikişer Müslüman oluyorlar. Biz efalimizle İslamiyetin değerlerini izhar etsek ve gerçek manada ona ayna ve ayine olabilsek belki de bütün beşeriyet kısa zamanda İslamiyetle şereflenecektir. Lakin bizim kötü örnekliğimiz ve usve-i hasene olamamamız İslamiyetin yayılmasını da muvakkaten perdeliyor ve engelliyor. Son sevindirici bir gelişme ‘İsevi Müslümanlar’ bağlamında, siyah bir Amerikalı rahibenin Müslüman olması ve onun ötesinde hizmet verdiği kilisede beş vakit namaz kılmasıdır. Rahibe ve arkadaşları, kilisenin bir bölümünü mescid haline getirmişler ve oraya yaygılar ve kilimler sermişler ve topluca ve ferdi olarak orada beş vakit namazlarını eda ediyorlar. Homes Reden, bu hususta insanı çarpan bir ifade kullanıyor: Beni İslamiyete çeken Mesih oldu veya Mesih beni İslamiyete çekti ve çağırdı. Sanki onun rehberliğinde ve onun delaletiyle İslamiyete girdim.

Gerçekten de rahibenin serüveni inanılır gibi değil. Al Arabiya Kanalı’nın söz konusu siyah rahibe Homes Reden’le konuşması insanın tüylerini diken diken ediyor. Hemen bir ahirzaman müjdesiyle daha karşılaştığınızı anlıyorsunuz. 25 yıldır rahibelik yapan Reden annesini kaybediyor ve hüzünlü ve kederli bir atmosfere giriyor. Sonra da teselli bulmak için çocuklukta öğrenmiş olduğu bazı İslami şiarları/ritüelleri ve ibadetleri yerine getirmeye başlıyor. Bununla teselli buluyor. Keder kapısı hidayet kapısına dönüşüyor. ‘Bir sevdiğimi kaybederken ebedi saadetimi ve sevincimi kazandım’ diyor. Reden’in durumu tam da bir ilahide dile getirilen durum gibi: Dermân arardım derdime. Derdim bana dermân imiş. Burhân arardım kendime. Aslım bana burhân imiş.

İslamiyetin cezbesine kapılıyor ve kuvvetli bir gücün kendisine çektiğini ve direnemediğini ifade ediyor. Bunu şöyle izah ediyor: “Kuvvetli bir biçimde kanaat getirdim ki, İslamiyete beni çeken ve ona çağıran ve ikna eden ve rehber olup önüme düşen bizzat Mesih’in kendisiydi...” Hâlâ içinde bulunduğu durumu izah edemediğini ve bazen de şaşırdığını söylüyor. Gerçekten de Homes Reden’in hikayesi ibretlik bir hikaye. Binlercesi gibi. Daha önce de ABD’de benzerleri yaşanmıştı. Yine o benzerleri gibi Reden de bir İsevi asıllı Müslüman olduğunu söylüyor.

Gerçekten de Mesih nasıl taraftarlarını ve tabilerini İslamiyete çağırmasın ki? Zaten kendisi de İslam peygamberleri silsilesinden birisi. Muhammed Ataurrahim’in yazdığı gibi o bir İslam Peygamberi. Peygamberimiz, peygamberleri; şeriatları ayrı dinleri bir veya anaları ayrı babaları bir kardeşlere benzetmiştir. Bu yönüyle, Hazreti İsa diğer peygamberlerden de ayrılıyor. İlk bi’setinde Hazreti Musa’nın şeriatına tabi olan ve o şeriatı manevi nefesiyle tadil ve tashih eden Hazreti İsa, ikinci gelişinde ise İslam şeriatına tabi olacaktır. Dolayısıyla hadis tabiriyle ifade edecek olursak, hem ana hem de baba yoluyla bir; Hazreti Peygamberimizin öz kardeşi (şeriat olarak tabii) olacaktır. Diğerlerinin şeriatı ayrı iken Hazreti İsa’nın şeriatı da aynı olacak. Homes Reden’in tek üzüntüsü eskisi gibi çocukları vaftiz edememesi ve bu görevin elinden alınmasıymış (Haber için bak:http://www.alarabiya.net/articles/2009/07/29/80196.html).

http://www.habervaktim.com/yazar/16262/mesih_beni_islama_cagirdi.html

15 Haziran 2009 Pazartesi

Deniz Arcak: Kuran insanın içine işliyor

Uzun zamandır ekranlarda görünmeyen sanatçı Deniz ARCAK yeni albüm hazırlıklarını, Kuran-ı Kerim ve Mesnevi okumaları ile biriktirdiği anekdotlarını anlattı.

İsmihan ŞİMŞEK'in röportajı

KIYISINDA YÜRÜRKEN…

Ele avuca sığmaz bir kızdı 90’lı yıllarda ekranlara silueti düştüğünde… Hala da kabından fırlamak isteyen dev dalgalarını görebilirsiniz kıyısında dolaşırken. İçine daldığınızda ise derinlerinde Mesnevi’yle demlenen, kendi sakin sularındaki istiridyelerde hediyelik inciler biriktiren bir “Deniz” o… Bir süredir sesi soluğu çıkmayan bu Deniz Arcak'ı birkaç çakıl taşı ve bir oltayla yoklayalım istedik biz de. Bereketli günümüzdeymişiz vesselam, Bostancı sahilinden elimiz boş dönmedik…

Uzun zamandır ekranlarda görünmüyorsunuz diyerek klişe bir cümleyle başlayayım. Bu zaman içerisinde neler yaptı Deniz Arcak ? Son bir ayını nerelerde geçirdi mesela?

Her gün birbirinden farklı geçiyor. “İki günü aynı olan ziyandadır” ya, o hesap. Elimde olmadan her günüm birbirinden farklı. İçinde bulunduğum yaşam itibariyle böyle… Şimdi albüm çalışması ile alakalı bir doğum sancısı var. Koşuşturuyoruz bu nedenle… “Ne meşakkatli işler” aşamasındayım şu anda. “Galiba yapamayacağım, hayır” falanlardayım.
Albüm çalışmasına başlandı yani…

Repertuar tamamlandı, iki yıl oldu. Başka bir takım aksilikler oldu. Ben de tersliklerle çok kolay baş edebilen birisi olmadığımı idrak etmiş vaziyetteyim son zamanlarda… Allah dağına göre kar verirmiş derler ya “ yok canım ben tepeyim” dedim. Sonra anladım ki çukurdan başka bir şey değilmişim.

Peki, albüm ne zaman çıkar?

Geçtiğimiz kasım diye planlamıştım, sonra geçtiğimiz nisan diye planlamıştım ama şimdi zurnanın zırt dediği noktaya doğru gelmiş vaziyetteyiz sanıyorum. Bakalım doğru sanabiliyor muyum? Yani -inşallah- 15-20 günümüz kaldı.

Müzik tarzınızda bir değişiklik var mı?

Ritimler çok ön planda. Ama şimdiki dört şarkıda öyle. Yine de farklı bir durum var tabii albümde… Çok vokalli şarkılar… Kendi çıktığı yolları demeye çalışıyor. Sanki çıkmış da, bulmuş da, yazık…

Albüm çalışmaları dışında neler yapar Deniz Arcak? Televizyon seyreder mi, internette gezinir mi, kitap okur mu?

Hiç televizyon seyretme alışkanlığım yok. Sadece arada bir ses olsun diye açtığım olur. Hiç aktüaliteden haberim yok, haberleri seyretmem. Hani memleketimizde ne oluyor, ne bitiyor bilmem. Uzaylı gibi olduğuma karar verdi arkadaşlarım. Gündemi takip etmiyorum çünkü üzülüyorum gündemi takip ettiğimde… Ne ayıp bir şey değil mi? Çocukluğumdan beri takip etmiyorum, geleneksel bir durum benim için bu… İnternete de 20 gün hiç girmem. Mailler alır başını gider…

Bu tür şeylerle aranız kötü olduğuna göre dostlarınız, akrabalar, onlarla olan ilişkileriniz daha önemli herhalde…

Evet, aynen öyle… Can cana seviyorum ben hayatı. Diğerlerinin bana ne yararı var diye düşünüyorum.

Dışarıdan baktığımda, geçmişin küfleriyle pek fazla uğraşmayan, geleceğin tedirginliklerine de çok fazla takılmayan, sadece bulunduğu anı dolu dolu yaşamaya çalışan bir Deniz Arcak görüyorum ben.

Ay ne kadar sevindim. Size sarılmak istiyorum röportajın sonunda…

Memnuniyetle… (gülüşmeler)

Hiçbirimiz boşu boşuna doğmadık. Elbette geleceğe yönelik düşüncelerim var. Fakat benim bir diyeceğim varsa yaşıyorumdur. Onun için de diyeceğim şeyleri iyi ve doğru söyleme telaşını yaşıyor olabilirim. Tabii o telaş da beni çok çok sıkınca o telaştan da vazgeçiyorum.

Şarkılarınız arasında klasikleşmiş olan çok şarkı var. Bugünkü müzik piyasası neden klasikleşmiş şarkılar ortaya koyamıyor?

Benim şarkılarımın hiçbiri henüz klasik değil bence… Belki ilerleyen zamanlarda klasikleşir. Ve bu şarkıların ne bestecisi benim, ne de söz yazarı… Ben sadece yorumculuğunu yapıyorum. Bana dair söylediğiniz şey hoşuma gitti. Ben bunu bir negatiflik olarak düşünürdüm. Ne benim eski albümlerim var, ne kendime dair bir doküman var… Umurumda bile değil. Hatta bir arkadaşım benimle ilgili bir doküman çıkarmaya çalışıyor, şaşırıp kalıyor, nasıl sende olmaz diye? Biriktirmek gibi bir meziyetim yok. Ama insanın kendiyle alakalı bir yol alıp almadığına dair fikir olabilir. Yapsa mıydım aslında diye düşünüyorum. Ama gene olsa gene yapmam.

Hayatınızı okurken de çok hareketli bir çocuk olduğunuzu görüyoruz. Ancak size baktığımızda hala aynı hareketliliğinizi koruyorsunuz ve bu bilinçli bir tercihmiş gibi duruyor…

Ne bileyim valla. Ben size bir şey söyleyeyim mi, benim başıma ne geliyorsa şuursuzluğumdan geliyor. Bu da Allah vergisi bir şey… Bazen bazı şeyleri kazanmak için çaba sarf etmeye başlarım. Fakat çabam bir saniye sürüyor, balık hafızalıyımJ Bitiyor, beceremiyorum. Sonra anlıyorum ki ben bu şuursuzluğu seviyorum.

Şuursuzluk demeyelim ona şuursuzluk başka bir şey… Çünkü geleceği çok fazla kurcalayan kişi fazla kontrolcüdür ama aslında yakalanması gereken şey sizin bahsettiğinizdir.

Ama bakalım ben bunu doğru uygulayabiliyor muyum? Bakalım okuduklarımı hayata geçirebilmiş miyim? Sonuçta şuna şükrediyorum ben. Beşer şaşar… Bizim böyle bir şaşma özgürlüğümüz var. O beni rahatlatıyor. Evet şaşırabilirim. Şaşmak da benim en doğal hakkım. Sonuçta insan olarak vicdan sahibiyiz. Vicdan sahibi olmak da herkese nasip olmaz. Vicdan sahibi olabilmek mümkün olduğunca verdiğin sözü tutmak, benim unuttuklarım oluyor – Allah affetsin- sözünde dürüst olmak herhalde bunlar önemli. Daha bir sürü şey var önemli olan ama bu dünyanın ibrete de ihtiyacı var. Zaman zaman bu görülüyor anladığım kadarıyla… Gaflet dünyanın direğiymiş ya… Gaflette olmasak bu dünya dönmezmiş.

Hiçbir kalıba, sınıflandırmaya girmeden İslam’ı yaşamak istediğinizi belirtmiştiniz telefonda.

Gerçek anlamda olan İslam’dan bahsediyorum. Yozlaşmış, deforme olmuş İslam’dan değil… Kelime anlamı olarak siz benden çok daha iyi biliyorsunuz, “teslim olmak” değil mi? Biz teslim olmayacağız da ne yapacağız ki? Yani zaten herkesin yapması gereken şey bu… Hedef o aslında… Başına gelene razı olmak değil mi? Sabır göstermekten alası değil mi razı olmak? Ben kulumdan razıyım kulum benden razı mıydı önce? O istemeden yaprak kıpırdamıyorsa, o zaten bizden razı, şeytandan da razı, everybody’den razı… İşin demek ki razı olma kısmı bize kalıyor. Bizim razı olmamız gerekiyor.

Bununla ilgili etiketlemeler, sizi belli bir alana hapsetmeler oldu da bunlardan mı sıkıldınız?

Yok yok. Aldırmıyorum ki ben. Deseler de aldırmıyorum aslında. Fakat gene de bununla ilgili çok yakınımdan tutun kel alakalarıma kadar “ne yapıyorsun sen” dediler. Ama beni çok iyi tanıyanlardan hiç böyle bir eleştiri gelmedi. Çünkü ben herhangi bir tuhaf niyet güderek çıkmıyorum yola… O düşünceyi kullanmaya dair henüz bir kapasitem yok. Belki öyle bir şey çalıştırmış olsaydım kafamda başka türlü bir bakış açısı olabilirdim ama öyle bakmıyorum. Yine de şunu düşünmem gerekiyor: eğer asıl maksat hizmetse bu hizmeti doğru verebilmek için hiçbir yanda bulunmamam gerektiğini düşünüyorum. Çünkü belli bir taraf olunduğunda diğer taraflara hizmet edemiyorsun. Onlara karşı bir duvar örüyorsun. Benim herhangi bir duvar veya herhangi bir şablona girmek istemememin sebebi bu…

Şu anda burada oturup konuşabiliyor olmamız zaten bu sınıflandırmalara karşı bir duruş… Siz sorularla bezeli bir dönemden bahsediyorsunuz hayatınıza ilgili… Bu soru soran insan tipiyle soru sormayan insan tipi arasındaki farkı anlatır mısınız?

Dediğim gibi neden, niye soruları hep var. Soru sormakta belki bir lütuf… Aslında maksat sorgusuz sualsiz yaşamak belki de ama…

Böyle sorgusuz sualsiz nasıl olacak?

Hiç düşünmez misiniz? diyor değil mi Kuran’da…

Aklını kullanmayanların üzerine pislik bırakılacağından bahsediyor ayette… Bir de Hz. Ali’nin bir sözü var orada da soru sormadan bilgiye, bilgi edinmeden imana erişilemeyeceğini söylüyor. Sizce Allah kimin önüne gerçekten doğru cevapları çıkarır?

Valla Hz. Mevlana diyor ki; neyin peşinden koşarsan o olursun. Ekmek peşimden koşarsan ekmek olursun, aşk peşinden koşarsan aşk olursun. Ama Hz. Mevlana’nın şöyle bir sözü de var: güzelliğin resmini bu kadar güzel yapan çirkinliğin alasını yapmaz mı? Yani sonuçta şeytan dediğimiz şey olmasa tekâmülümüzün imkânı var mı? Şeytan dediğimiz şey olmasa bizi meleklerden üstün kılacak ne var geride? Hiçbir önemimiz yok. Diyor ki; “dilersem başka topluluk yaratırım.” Bana hoş gelen günah işleyip de yönünüzü görmeniz diyor yani. Onun için soru soran veya sormayan birini yargılamak burada bizi bir yere götürecek bir kapı olduğunu zannetmiyorum. Çünkü her şey zıttıyla görünüyor ya, soru sormayan olacak ki soru soran görünecek. Her şey birbirine hizmet ediyor aslında siyahın beyaza hizmet ettiği gibi…

Doğru cevap bulmada asıl olan samimiyet o zaman...

Galiba dediğiniz gibi…

Bir de huzuru huzursuzlukta bulmak diye bir tabir kullanmışsınız.
Yani edebi edepsizden öğrenmek gibi bir şey.” Her şey zıttıyla var olur”dan huzuru huzursuzlukta bulmak, derdim bana dermanmış hesabı… Ama yalan J Şimdi bakıyorum kendime hiç… Şuanda öyle bir yerde değilim… O zaman huzuru huzursuzlukta bulmuş olabilirim ama şimdi öyle değilim.

Yaşam biçiminizi oluşturan, sizi yönlendiren köşe taşlarınız var mı? Olmazsa olmazlarınız nelerdir?

Var herhalde. O köşelerden dönmüşüm hep. Allah korumuş yani… Bana kalsa raylardan hep yanlara sekmişimdir. Ama Allah korumuş ya resmen. Çok fazla saçmalamamışım. Çok daha fazla saçmalayabilirdim.

Aslında klasik cevaplar beklenir: doğruluk, dürüstlük gibi…

Yok, hayır ben sınırları olmayan bir çocuktum. Yani öyle seviyordum hayatı yaşamayı… “Onu yapamazsın “ dendiğinde benim için dünyanın en cazip şeyi haline gelirdi. Onu yapamaz mıyım? Direkt onu yapmaya doğru giderdim.” Buna dokunma!” Ne, dokunma mı? O benim için kurcalanacak yegâne şey olurdu.

Mesnevi, Kuran okuyorsunuz bildiğim kadarıyla… İslam’la müzik arasında ya da Kuran’la, Mesnevi ile müzik arasında bir bağ kurun desek ne dersiniz?

Kuran zaten müzikle okunarak insana hitap eden bir şey… İnsanların içine bu şeklide işliyor. Allah sistemi böyle indirmiş ya… Bize halt etmek düşer. Ve sonuçta müzik dünyada ilk iletişim şekli… Âdemoğlunun ilk bulduğu sanat dalı müziktir. Onun için konuşmaktan önce müzikle anlaşıyorlar. Seslerle, şunlarla, bunlarla mors alfabesi gibi… Belli bir ritimle… Hz. Süleyman kuşların sesini duyuyor, kâinatta bir armoni var. Rüzgârda bir armoni var, dalgalar ona vokal yapıyor, ağaçları sallayınca başka bir şey oluyor. Benim Şefik Can dedem vardı, ben ona şarkı söylerdim, derdi ki: “Şarkı, müzik öteleri hatırlatır insanlara, onun için insanları başka bir hale sokar.” Müziğin tuhaf bir duyusu var, Allah onu öyle yaratmış.

Bu ara dinlediğiniz birileri var mı?

Erkan Oğur’un hastasıyım. Çok seviyorum. Yorumculuğunu ve ses olarak çok seviyorum. Enstrümanist olarak çok beğeniyorum. Müthiş bir adam... Seçtiği şarkılara ve onları işleyişine de bayılıyorum. Türküyü yıllar sonra keşfettim ben.

Peki, okuduğunuz veya çok beğendiğiniz bir kitap var mı?

En son “Hurufilik” diye bir kitap bitirdim. Çoktan öğrenmem gereken şeyler varmış aslında Hurufiliğin içinde. Yazar belgeselvari bir araştırma yapmış. Çok enteresan… Hele bu konuklara merak duyan birisinin çoktan buna bir bakmış olması lazımmış yani. Şimdi yeni bir kitaba başlayacağım.Felsefeye merak saldım bu ara. Kelime anlamını öğrendikten sonra felsefeye karşı ilgim çoğaldı. Gariptir bizimkiler felsefenin sadece Batı’da olduğunu sanıyor. Kardeşim açsana şu Doğu’ya doğru pencereyi… Hayır, açmamışlar ve onları saymıyorlar.

Özenti mi sizce?

Yok, özenti değil. O onu özümsemiş, hiç özenti değil. Adam 60 yaşına gelmiş, felsefeci olmuş özümsediğinden başkasını görmüyor. Kendi milletinden utanmak değil o, oraya kilitlenmiş bazı insanlar. Ben de türkülere merak salalı 5-6 yıl oluyor. Ama o benim Batı’ya özenmemden değil, çocukken öyle gelmiş. Ablam şöyle dinlemiş, arkadaşlarım böyle dinlemiş, evde türkü dinlenmemiş. Benim o zaman neyim özenti ki? Zaten dışarıdan duyuyorsun, doluyorsun onu özümsemişsin yani taklitten hakikat doğuyor. Onu taklit ederek kendine bir hakikat bulmuş. Niye bulmuş? Çünkü bu sentezlere ihtiyaç var. Artık bir şeyleri bütünlemenin zamanı da geliyor.
Gençlerle aranız nasıl?

İyi iyi. Süper. Onlarla tamamız ya…

Gençlerde eleştirdiğiniz şeyler oluyor mu? Aslında siz çok eleştiren biri değilsiniz ama…

Mesela insanlar “yeni gençlik şöyle böyle” diyorlar. Hiç öyle değil o kadar akıllı ve tatlı çocuklar var ki… Her türden insan var içlerinde… 15-16 yaşındaki bir çocuğu –kendi çocuğunsa tabii eleştirirsin- o kadarcık görüp de eleştirmem ne kadar doğru olabilir ki? Kendimde o yaşlara bakacak olursam; keşke daha donanımlı daha çok şey okumuş birisi olmak isterdim. Bana doğru gelmiyor çocukları eleştirmek…

Evliliği düşünüyor musunuz?

Ben büyüyünce herhalde baba olacağım. Bilmiyorum. Direkt yatay geçişle torun sahibi olmayı düşünüyorum galiba… Bakalım hayat ne gösterecek?

http://www.haber7.com/haber/20090612/Deniz-Arcak-Kuran-insanin-icine-isliyor.php

Sağın değişmeyen umudu: Mehdi

Türkiye'de yıllardır kendini 'devrimci kanatta' görenler çareyi darbede ararken, sağ ve muhafazakar kanatta görenlerin çaresi, Mehdi'nin geleceği tarih oluyor...

İşte o yazı:

Mehdi meselesi

Mehdi meselesi üzerinde Daru'l-Hikme'de küçük çaplı bir açık oturum yaptık. Bu konu günümüzde birkaç nokta-i nazardan ele alınıyor:

1. Mehdilik anlayışının İslam'a yabancı din ve kültürlerden geçtiği iddiası.

2. Kur'an'da geçmiyor oluşu; ilgili rivayetlerin de ya uydurma veya haber-i vahid olduğu iddiası.

3. Özellikle ilk dönem Kelam/Akaid alimlerinin eserlerinde Mehdi meselesinin zikredilmiyor oluşu.

4. Mehdi inancının Ümmet'i atalete/tembelliğe sevk etmesi yahut birtakım art niyetli insanlar tarafından istismar edilmesi.

Daru'l-Hikme'de yaptığımız açık oturum deşifre edilerek siteye ( http://darulhikme.org.tr ) konacak inşaallah. Orada söz konusu ettiğimiz hususların bir özetini paylaşalım istedim. Konu hakkındaki mülahazaları yukarıdaki sırayla ele alacak olursak şunları söylemek durumundayız:

1. "Mehdilik" anlayışının İslam dışı birtakım din ve inanç sistemlerinde olması, İslam'da "Mehdi inancı"nın olamayacağı iddiasına delil teşkil etmez; tıpkı başka din ve inanç sistemlerinde "Peygamberlik" anlayışının bulunmasının, peygamberlik müessesesi hakkındaki İslam inancına tesirinin olmadığı gibi...

Üstelik -daha önce de nüzul-i İsa (a.s) meselesi bağlamında ifade ettiğim gibi- Mehdi'nin zuhurunu haber veren hadislerin İslam kaynaklarında yer aldığı zaman dilimi, Mehdi inancının İslam kaynaklarına sızması için siyasî., sosyal, kültürel, ekonomik... hiçbir açıdan elverişli değildir. İslamî fütuhatın durmaksızın yayıldığı, Endülüs'ten Çin sınırına kadar muazzam bir coğrafyanın İslam hakimiyetinde bulunduğu bir coğrafyada ve müslümanların bütün bu bölgelerdeki tek hakim güç olduğu realitesi karşısında hangi saik Mehdi inancının İslam'a "sızması"na zemin teşkil etmiş olabilir?

Genellikle "kurtarıcı" inancının, toplumların zayıf düştüğü zaman dilimlerinde kitlelere ümit pompalamak adına ortaya atıldığı söylenir. Ancak yukarıdaki manzara göz önüne getirildiğinde İslam Ümmeti'nin niçin bir "kurtarıcı/Mehdi" inancına ihtiyaç duymuş olabileceği sorusu boşlukta durmaktadır...

2. Mehdi inancına, Kur'an'da geçmediği gerekçesiyle itiraz edilmesi de son derece tartışmalı biri tutumdur. Herşeyden önce herhangi bir hususun kabul edilebilir olması için mutlaka Kur'an'da geçmesi gerektiği inancının kendisi sakattır. Kabir sorgusu ve azabı, sırat, mizan... gibi hususlar da Kur'an'da sarahaten zikredilmediği gerekçesiyle günümüzde inkâr edilmektedir; ancak bu konularda sadece Ehl-i Sünnet'in değil, Mu'tezile'nin bile günümüz bid'at ehlinin yanında yer almadığına dikkat edilmelidir.1

Bu nokta hakkında da bu köşede daha önce hayli izahat yapıldığı için üzerinde fazla durma gereği duymuyorum.

3. İmam Ebû Hanîfe'nin risaleleri, İmam el-Eş'arî ve İmam el-Mâturîdî'nin kitapları gibi Kelam/Akaid imamlarının eserlerinde Mehdi meselesinin geçmiyor oluşu, ilgili rivayetleri kabul etmediklerini göstermez. Adı geçen imamlar ve benzerleri, eserlerinde "kıyamet alametleri"ni genellikle icmali olarak zikreder ve şöyle derler: "İsa (a.s)'ın nüzulü, Deccal'ın zuhuru, güneşin batıdan doğması gibi kıyamet alametlerine inanırız..."

Burada üzerinde durulması gereken iki husus var:

Birincisi: Buradaki "... gibi kıyamet alametlerine..." ifadesidir. Bu ifade, zikredilenler dışında da "kıyamet alameti" bulunduğunu, zikredilenlerin sadece örnek kabilinden olduğunu anlatmaktadır.

İkincisi: Mehdi'nin zuhuru esasen bir "kıyamet alameti" değildir. Zira kıyamet alametlerinin en dikkat çeken özelliği "olağanüstü/dışı" olmalarıdır. Hz. İsa (a.s)'ın gökten inmesi, Deccal'ın zuhuru, güneşin batıdan doğması... Hep aynı özellikteki hadiselerdir. Mehdi'nin zuhurunda ise bu tarz bir olağanüstülük/dışılık yoktur. O, sıradan bir insan gibi doğup büyüyecek, bu Ümmet'in yetiştirdiği üstün yetenekli, takva ve ilim sahibi rabbanî alimler gibi yetişecek ve normal süreçler sonucunda Ümmet'in başına geçecektir. Dolayısıyla Kelam/Akaid imamlarının elimize ulaşan eserlerinde Mehdi'den bahsedilmemesini, Mehdi inancının "gayri İslamîliği" iddiasına delil yapmak uygun değildir.

4. Mehdi inancının Ümmet'i tembelliğe sevk ettiği iddiasının da iler-tutar yanı yoktur. Bu Ümmet tarihte yaşadığı hangi buhran esnasında "Mehdi bekleme"ye koyulmuş ve üzerine düşeni yapmamıştır? Esasen Mehdi inancına sahip insanlarda "Mehdi beklemek" diye bir tavır yoktur. Ona inananlar, onun gelip hayatlarını düzene sokmasını beklemez. Bu, sadece vakti geldiğinde cereyan edecek bir hadisenin vukuuna inanmaktan ibarettir.

Mehdi meselesinin en sık istismar ediliş şekli, birilerinin Mehdi ilan edilmesidir. Bu istismarın önü şu iki noktaya dikkat edilerek kolaylıkla alınır:

A. Mehdi konusundaki rivayetleri zorlama yorumlara tabi tutmadan, olduğu gibi kabul edip esas almak.

B. Mehdi'nin zuhuru konusundaki rivayetleri bir bütün olarak göz önünde bulundurup, verdikleri arka plana iyi dikkat etmek. Mehdi'nin zuhurundan önce hangi olayların cereyan edeceği, nerelerde neler olacağı hadislerde açıkça bildirilmiştir. O olaylar cereyan etmedikçe herhangi bir kimsenin Mehdiliği iddiasına -kimden gelirse gelsin- itibar edilmemelidir.

1 Bkz. Kadı Abdülcebbâr, el-Usûlu'l-Hamse, 96-7; Şerhu'l-Usûli'l-Hamse, 730 vd.; İbnu'l-Murtadâ, Tabakâtu'l-Mu'tezile, 730 vd.

mail@ebubekirsifil.com

(Milli Gazete)

http://www.haber7.com/haber/20090613/Sagin-degismeyen-umudu-Mehdi.php

26 Mayıs 2009 Salı

...Ve Tanrı Avrupa’ya döndü!

Alman filozof Nietzsche yıllar önce “Tanrı öldü” dedi, Karl Marx, dini halkın afyonu, Sigmund Freud ise bir “sinir hastalığı” olarak yorumladı. Ancak 2009’a gelindiğinde bu tahminlerin büyük bölümü tutmadı. AB’de kiliseye gidenler ve Tanrı’ya inananların oranı yükseldi

Economist dergisinin baş editörlerinden John Micklethwait ve derginin Washington bürosunun başındaki Adrian Wooldridge, “God Is Back” isimli kitaplarında dünya çapında dinin günlük yaşama büyük bir geri dönüş yaptığını savunuyor. Yazarlara göre teknoloji, demokrasi ve seçme özgürlüğü insanların kendi seçimlerini yapmasına imkan sağlayarak dini güçlendirdi. Dünya nüfusunun yüzde 80’ini yüzyılın ortasına kadar ana dinlerden birine üye olacak ve bu trend Avrupa’da da yavaş yavaş su yüzüne çıkmaya başladı. Uzmanlara göre bunun nedeni, Avrupa’ya dışarıdan gelen göçmenler, küreselleşme ve kötüleşen sosyal güvenlik sistemlerinden duyulan rahatsızlık. İşte Avrupa’da dinin dönüşünü anlatan ipuçları:

* 2005’te yapılan bir araştırmaya göre Avrupalıların yüzde 41’i kendi kişisel Tanrı’larına inandığını söylüyordu. Yüzde 33 ise bir tür ruh ya da yaşam gücüne inanıyordu. 2009’da yapılan bir araştırma ise AB vatandaşlarının yüzde 52’sinin Tanrı’nın varlığına inandığını, yüzde 27’nin ruhsal bir varlığa inandığını ortaya koydu. Yüzde 18 ateist olduğunu söylüyor.

* 2007’de Avrupa’da düzenli ibadet edenlerin oranı yüzde 22. 2004’te Avrupa Birliği’nin bir araştırmasına göre Belçika, Fransa, Almanya ve İngiltere’de ayda bir kez ibadet ettiğini söyleyenlerin oranı yüzde 17’ydi.

* Polonya ve İrlanda’da nüfusun yüzde 70’i düzenli olarak kiliseye gidiyor. Polonya’da iktidara gelen parti Katolik Kilisesi’nin öğretilerine dayanan bir “ahlaki devrim” vaat ediyor. Bu ülkenin AB’ye girmesiyle yaşanan göçün ardından diğer Avrupa ülkelerinde de din önem kazanmaya başladı.

* Avrupa’ya akın eden göçmenlerin büyük bir kısmı da Hristiyan ve bu insanlar Avrupa’ya gelirken yanlarında dinlerini de getiriyor.

* Laiklik ilkesinin en sıkı şekilde uygulandığı Fransa’da dinin kamu yaşamında daha büyük bir rol oynaması gerektiğini savunan bir kitap yazan ve kendini “Katolik kültürü, Katolik geleneği ve Katolik inancından” gelen biri olarak tanımlayan Nicolas Sarkozy devlet başkanlığı yapıyor. Ülkede pentakostalizm mezhebi de (Pentakostalizm, Hırıstiyanlığın bir mezhepler grubunu oluşturur. Pantkot günü İncil’e göre Rûh-ul Kuds, inananların ağzından bütün dillerde konuşmaya başladığı inancı üzerine Rûh-ul Kudüs’e büyük önem verir) yükselişte.

* İngiltere’de gençlerin Anglikanizme olan ilgisi giderek artıyor, geçen yıl 2 milyon kişi bu alanda eğitim gördü. Bu rakam önceki yıllara göre oldukça yüksek.

* İsveç’te bile devletten mali destek görmeyen özel kiliselere düzenli olarak giden insanların sayısında da artış yaşandı.

http://haber.gazetevatan.com/Ve_Tanri_Avrupaya_dondu/240218/30/Dunya

23 Şubat 2009 Pazartesi

Musevi vatandaştan 'Tanrı Yanılgısı' kitabına 2. dava

Richard Dawkins'in 'Tanrı Yanılgısı' adlı kitabına Musevi vatandaş Sonia Eskinazi'nin şikayeti üzerine dava açıldı. Kitabın yayıncısı Kuzey Yayınları sahibi Erol Karaaslan, "halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek veya aşağılamak" iddiasıyla 1,5 ile 4 yıl arasında hapis istemiyle ikinci kez yargılanacak.

Daha önce Emre Bukağılı isimli bir vatandaşın şikayeti üzerine aynı kitapla ilgili açılan dava, beraatle sonuçlanmıştı. Davaya ilişkin bilirkişi raporunda kitaptaki ifadelerin İslam dini ile değil, bozulmuş Tevrat'la ilgili olduğu belirtilmişti. Musevi asıllı Sonia Eskinazi'nin, 30 Ekim 2008'de Şişli Cumhuriyet Başsavcılığı'na verdiği şikayet dilekçesinde, söz konusu kitapta mensubu olduğu Musevilik dinine, Allah'a, Musevilerin çok sevdiği peygamberlere yönelik ağza alınmayacak çirkin hakaretler edildiği belirtildi. Musevilik dinine inananların aşağılandığı vurgulandı. Şikayet üzerine Şişli Savcısı Muhittin Ayata tarafından hazırlanan iddianamede ise yayıncı Karaaslan'ın daha önce aynı davadan beraat ettiği hatırlatılarak takipsizlik kararı verilmesi istendi.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=818004


18 Şubat 2009 Çarşamba

Nepal müslümanlarının Kur’an coşkusu

Nepal Müslümanları yüz yıllar sonra kendi dillerinde Kur’an-ı Kerim mealine kavuştular. Nepalce Kur’an ülkede büyük heyecan oluştururken kitabın ikinci baskısı da tükeniyor.

2 milyon Müslüman’ın yaşadığı Nepal’de, bugüne kadar küçük bölümler halinde yayımlanmış Kur’an tercümeleri dışında Nepalce yayımlanmış Kur’an-ı Kerim meali bulunmuyordu.

Uzun soluklu bir çalışmanın ardından geçtiğimiz yıl Haziran ayında ilk baskısı yapılan Nepalce Kur’an-ı Kerim meali, ülkedeki Müslümanlar tarafından heyecanla karşılanmıştı.

Kur’an-ı Kerim mealini Mevlana Alaaddin Falahi hazırladı. Projede Nepalli dil bilimcileri de yıllarca çalıştı. Meal, toplam 1168 sayfa. Nepal dili, Nepal haricinde Bhutan, Myanmar ve Hindistan’ın bazı kesimlerinde konuşuluyor. Bu da Kur’an-ı Kerimin geniş kitlelere ulaşması noktasında çalışmanın ne kadar olumlu ve yerinde olduğunu gösteriyor.

İkinci baskı yapıldı

Kur’an-ı Kerim mealinin ülkedeki tüm Müslümanlara ulaştırılması için ikinci baskısı yapıldı. Ancak bu baskının da tükenmek üzere olduğu bildirildi.

Nepalli Müslümanlar, artık Kur’an-ı Kerim’i Arapça okumanın yanı sıra kendi dillerinde de mealini okuyup, kutsal dinleri İslam’ı daha iyi tanımaya çalışacaklar.

O Kur’an-ı Kerim Türkiye’de

Türkiye’den İHH İnsani Yardım Vakfı da ilk baskıda olduğu gibi bu baskının gerçekleştirilmesi için de maddi destekte bulundu. Nepal İslami Sangh Teşkilatı Başkanı Mevlana Nazrul Hasan Falahi, katkılarından dolayı İHH’ya bir Kur’an-ı Kerim meali hediye etti.

İHH ayrıca bir televizyon programında 6 ay sürecek dini yayın programına da destek oldu.

Nepal dünyadaki tek Hindu devleti olarak biliniyor. Bu ülkedeki Müslümanların vatandaşlık haklarını 5 yıl önce aldıkları göz önüne alındığında Müslüman nüfusun kendini anlatması, Hinduların İslam’ı anlaması noktasında bu televizyon programının önemi daha anlaşılır olacaktır.

Nepal, coğrafi konum olarak güney Asya`da, kuzeyde Çin ve güneyde Hindistan’ın arasında kalan 147.000 km alana sahip bir kara ülkesi. 2006’ya kadar dünyanın tek Hindu devleti idi. 2006`da parlamento, anayasayı değiştirerek laik devleti ilan etti. Nepal`de 28 milyonluk nüfusun yüzde 5`ini Müslümanların oluşturduğu ifade ediliyor. Müslümanlar ağırlıklı olarak Hindistan sınırındaki şehirlerde ve köylerde yaşıyor. Ekonomik ve sosyal şartlar açısından oldukça zor durumda olan Nepalli Müslümanların eğitim düzeyleri de düşük. Devlet kuruluşlarında çalışan Müslüman sayısı çok az.

http://www.timeturk.com/nepal-muslumanlarinin-kuran-coskusu--53333-haberi.html

12 Şubat 2009 Perşembe

Hristiyandı İmam oldu!

Koyu bir Hristiyan iken Müslüman olan Mansur Alfaro, şimdi Valencia camiinin imamı.

13 yıl önce Pazar ayinlerine düzenli olarak katılan bir Katolik Hıristiyan olan Mota Alfaro şimdi Valencia İslam Kültür Merkezi (CCIV) camiinin imamı olarak görev yapıyor.

İslamonline'nın bildirdiğine göre İspanya'daki Valencia camiinde ilk kez sonradan Müslüman olan biri imamlık yapıyor. Mota Alfaro, aynı zamanda 2005'ten beri CCIV Yönetim Kurulu'nun da üyesi.

Valencia Müslüman cemaatı liderleri, Alfaro'nun olağanüstü özellik ve donanımı sayesinde çok değerli olan imamlık makamına geçtiğini söylediler.

Diyalog ve Birlikte Yaşama İslam Birliği genel sekreteri El Tahir Edda, "Engin dini bilgisi sebebiyle imamlığa seçildi." dedi.

İspanya'da son yıllarda sonradan Müslüman olanların sayısında büyük bir artış gözleniyor. Medya haberlerine göre özellikle entellektüeller, akademikler ve küreselleşme karşıtlarının İslam dinine geçmeleri dikkat çekiyor.

40 milyon nüfusa sahip İspanya'da yaklaşık 1.5 milyon Müslüman yaşadığı tahmin ediliyor. İslamiyet, İspanya'da Hıristiyanlıktan sonra ikinci din.

Alfaro, nasıl Müslüman olduğunu "Allah'ın istemesiyle İslam benim tercihim ve hayatım oldu." şeklinde anlattı.

20 yaşında üniversite öğrencisi iken Müslüman olmaya karar verdiğini söyleyen Alfaro, "Kur'an-ı Kerim'i okudum. Hz. İsa'nın doğru hikayesini farkettim ve sonra İslam'a sarıldım. Çocukluğumdan itibaren sıkı Hıristiyan idim. Arkadaşlarım dinle ilgilenmezken, her pazar kiliseye gider ve düzenli şekilde (tahrif edilmiş) İncil okurdum. Bu sırada, İslam hakkında hiç bir şey bilmiyordum." dedi.

Cezayirli Müslüman komşusu ile sohbet ederken İslam'ı tanımaya başladığını söyleyen Alfaro, "Bir seferinde konuşurken bütün insanların Adem ve Havva'dan geldiğini söyledi. Abraham (İbrahim) peygamberden bahsetti. Müslümanların ve Arapların Adem, Havva ve Abraham'ı gerçekten bildiklerini şaşkınlıkla öğrendim. Bunun üzerine daha fazla araştırma ihtiyacı duydum. Kütüphaneye gittim ve Kur'an-ı Kerim mealini ödünç aldım." şeklinde konuştu.

Kur'an-ı Kerim mealini evine götürdüğünü ve dikkatli bir şekilde okumaya başladığını söyleyen Alfaro, dönüm noktasının Hz. İsa ile ilgili kısmı okurken meydana geldiğini belirterek "(Tahrif edilmiş) İncil'de İsa ile anlatılanlar hep inanmamı zorlaştırıyordu. Kur'an-ı Kerim okurken bununla ilgili cevaplarımı buldum. Hz. İsa hakkındaki gerçekleri öğrendim, öldürülmemiş ve çarmıha gerilmemişti." dedi.

Kur'an-ı Kerim mealini okuduktan sonra Alfaro Müslüman olmaya karar veriyor ve adını Mansur olarak değiştiriyor.

Mansur Alfaro, "Kur'an-ı Kerim'in Allah'ın gönderdiği kitap olduğunu kesinlikle anladım. O an Müslüman olmak istedim." şeklinde konuştu.

http://www.dunyabulteni.net/news_detail.php?id=66160

İslamiyet'e Hakaret Eden Vekile Yasak

İngiltere, İslam karşıtı film çeken bir Hollandalı milletvekilini ülkeye girmekten men etti.

Geert Wilders, parlamentonun üst kanadı olan Lordlar Kamarası'nın bir üyesi tarafından filmini göstermek üzere davet edilmişti.

Ancak İngiltere'den bir göç yetkilisi, hükümetin toplumda "aşırı görüşleri, nefreti ve şiddet dolu mesajları yaymak isteyenlerin ülkeye gelmesini engellemek istediğini" söyleyerek Wilders'i men etti.

Wilders ise internet sitesinde yayımladığı mesajda İngiltere'yi ifade özgürlüğünü kısıtlamakla suçladı.

Hollandalı milletvekili "Suudi Arabistan'dan böyle birşey beklenir ama İngiltere'den değil. Bence İngiltere'nin bu korkakça tavrı çok kötü" diye yazıyor.

Geert Wilders'in Kuran'ı "faşist bir kitap" diye niteleyen Fitne adlı kısa filmi, geçen Mart ayında internette yayınlandığında ülkesinde büyük tepki toplamıştı.

Filmde İslam, Naziliğe benzetiliyor ve Kuran'daki "nefret dolu ifadelerin" yırtılıp atılması çağrısı yapılıyor.

Filmin yayınlanmasından sonra, Wilders hakkında Amsterdam'da Müslümanlara karşı nefret ve ayrımcılığı teşvik ettiği suçlamasıyla dava açıldı.

Hollanda hükümeti de "rencide etmekten başka bir amaca hizmet etmediğini" söyleyerek, filmi onaylamadığını belirtti.

Ancak yine de Hollanda Dışişleri Bakanlığı, İngiltere'nin Wilders'i kabul etmeme kararını eleştirdi.

Bakanlıktan yapılan açıklamada, Hollandalı milletvekillerinin AB içinde seyahat özgürlüğüne sahip olmaları gerektiği bildirildi.

http://www.sansursuz.com/haberler/templates/sansursuz.asp?articleid=77091&zoneid=2&y=

11 Şubat 2009 Çarşamba

Yüzde 89 'en önemlisi din' dedi

Refah yükseldikçe dindarlığın azaldığını ortaya koyan Gallup’un araştırmasına göre Türk halkının yüzde 89’u dini günlük yaşamın en önemli parçası görüyor.

Gallup araştırma şirketinin anketine göre dünyanın en dindar toplumu Mısır, dine önem verme konusunda bu ülkeyi Bangladeş ve Sri Lanka izliyor. Şirketin dün sonuçlarını açıkladığı, 2006, 2007 ve 2008 yıllarında 143 ülkede yaptığı “dinin önemi” konulu araştırmada yöneltilen “Din günlük yaşamınızın önemli bir parçası mı?” sorusuna Mısırlıların yüzde 100’ü, Bangladeşli ve Sri Lankalıların yüzde 99’u “evet” yanıtını verdi. İlk 10’da yer alan ve nüfusun yüzde 98’inin dinin günlük yaşamın önemli bir parçası olduğunu düşündüğü diğer ülkeler ise Endonezya, Kongo, Sierra Leone, Malawi, Senegal, Cibuti ve Fas.

Cumhuriyet'ten Seçil Türesay'ın haberine göre sonuçlar, verilen “evet” yanıtlarının yüzdelerine göre beş kategoriye ayrıldı: Orta seviyede dindar (yüzde 76-yüzde 85), bu dindarlık seviyesinden daha az dindar (yüzde 37-yüzde 69), en az dindar (yüzde 14-yüzde 36), orta seviyede dindardan daha çok dindar (yüzde 86-yüzde 93) ve en dindar (yüzde 94-100). Mısır’ın başını çektiği “en dindar”lar arasındaki 10 ülkenin Sri Lanka, Kongo ve Malawi dışında ağırlıklı olarak Müslüman nüfuslu ülkeler olduğu göze çarpıyor. 32 ülkenin yer aldığı bu kategorinin ilk 10’una dair dikkati çeken bir başka nokta da çoğunluğunun Afrika ve Asya’nın yoksul ülkeleri olması. Dini günlük yaşamlarının önemli bir parçası olarak görenlerin Türkiye’deki oranı ise yüzde 89.

Bu oran, Türkiye’yi listenin 45’inci sırasına yerleştirirken ortalamadan daha çok dindar kategorisine, başka deyişle en dindarların altındaki ikinci kategoriye sokuyor, bu kategoride 29 ülke bulunuyor. Soruları yanıtlayan Gallup yetkilisi Eric Nielsen, Türkiye’de ofisleri bulunmadığını ve yerel bir araştırma şirketinden destek aldıklarını vurgularken orta seviyede dindar sınıfına giren 32, daha az dindarlarda 28 ve en az dindar olanlar kategorisinde 22 ülkenin yer aldığını söyledi. Her ülkede 1000 kişinin verdiği yanıtlara göre en az dindar olan halk, soruya yüzde 14 oranında evet yanıtı veren Estonyalılar.

Dindarlık konusunda sıralamanın son 10 ülkesi olan diğer ülkeler ise yüzde 17’yle İsveç, yüzde 18’le Danimarka, yüzde 20’yle Norveç, yüzde 21’le Çek Cumhuriyeti, yüzde 21’le Azerbaycan, yüzde 22’yle Hong-Kong, yüzde 25’le Japonya, yüzde 25’le Fransa, yüzde 27’yle Moğolistan. Bu sıralama, dindarlığın düşük seviyede olduğu toplumların çoğunun refah seviyesi yüksek ülkeler olduğunu da gözler önüne seriyor. ABD dünya listesinde yüzde 65’lik oranla orta seviyeden daha az dindar sınıfına giriyor.

İslam devleti olan İran’daki yüzde 83’lük oranın laik bir cumhuriyet olan Türkiye’deki yüzde 89’luk orandan daha düşük olması ve İran’ın Türkiye’den bir alt kategori olan orta seviyede dindar kategorisinde yer alması da vurgu yapmaya değer bir başka istatistiki veri.

http://haber.gazetevatan.com/Yuzde_89_en_onemlisi_din_dedi/222814/7/Yasam

10 Şubat 2009 Salı

Obama’nın dini kahvaltısında ‘vaiz’ Blair

ABD Başkanı Barack Obama’nın tüm din ve inançlara eşit mesafede durma sözü verdiği Ulusal İbadet Kahvaltısı’nda eski Britanya Başbakanı Blair de vaiz gibi konuştu: Dinin dünyaya rehberlik edeceği günler yakın

WASHINGTON - ABD Başkanı Barack Obama’nın selefi George W. Bush’un Evangelistleri öne çıkaran politikasının aksine bütün inançlara eşit mesafede duracağına ilişkin vaadine uygun olarak Washington’da düzenlediği geleneksel Ulusal İbadet Kahvaltısı’nda seçkin konuklar eski Britanya Başbakanı Tony Blair’den inanca dair bir vaaz dinledi. 2007’de başbakanlığı bıraktıktan sonra Katolikliğe geçen Blair, Başbakan Gordon Brown’dan rol çalıp Obama’nın elini sıkan ilk Britanyalı siyasi olurken, önceki gün Washington Hilton’daki kahvaltıda ilginç bir konuşma yaptı.

‘Babam ateist’

21. yüzyılın inanç bakımından ‘en fakir dönem’ olduğunu savunan Blair, ‘dinin yeniden dünyaya ve geleceğe rehberlik edeceği yılların yakın olduğunu’ söyledi. Dinle 10 yaşında tanıştığını belirten Blair, o anı şöyle anlattı: “O gün babam 40 yaşında kalp krizinden mustaripti. Hayatı askıdaydı. Azimli bir ateistti. Okulda öğretmenimle dua ederken önce babamın ateist olduğunu itiraf etmem gerektiğini düşündüm ve ‘Korkarım babam tanrıya inanmıyor’ dedim. Öğretmen ‘Sorun değil. Tanrı ona inanıyor. Tanrı karşılıksız sever’ diye yanıt verdi.”
Türkiye’nin Washington Büyükelçisi Nabi Şensoy’un da katıldığı kahvaltıda Obama da ‘bir dini grubun başka bir dini gruba göre ayrıcalıklı olmayacağı veya laiklere karşı dini gruplara ayrıcalık yapılmayacağı’ mesajı verdi.

Bütün dinlere eşit mesafe

Obama “Neye inanmayı seçersek seçelim, nefreti temel alan hiçbir din yok” dedi. ABD başkanlarının 1953’ten beri her şubatta düzenledikleri kahvaltı geleneğini sürdüreceğini belirten Obama, tarihte dinin bölücülük için kullanıldığını belirterek, “İnancın doğası, bazı inançlarımızın asla aynı olmayacağı anlamına geliyor. Farklı kitaplarımız var. Buraya nasıl geldiğimiz ve nereye gideceğimiz konusunda farklı inançlarımız var veya hiçbir inancımız yok” dedi. Beyaz Saraya bağlı ‘İnanca Dayalı Girişim’ ofisinin adını ‘İnanca Dayalı ve Komşuluk Ortaklığı’ diye değiştiren Obama, “Ofisin amacı bir dini gruba karşı diğer dini gruba veya laik gruplara karşı dini gruplara öncelik tanımak olmayacak” dedi. Obama önceki gün başkanlık uçağı Air Force One’ı ilk kez kullandı. (Independent, aa)

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalHaberDetay&ArticleID=920536&Date=08.02.2009&CategoryID=100

4 Şubat 2009 Çarşamba

Adnan Oktar'ın Gazze duası

Adnan Oktar Filistinli kardeşlerimiz için bir dua yayınladı. İşte her okuyanın duası olarak sayılabilecek o satırlar...

Harun Yahya ismiyle de bilinen Adnan Oktar hoca Filistinli kardeşlerimiz için bir dua yayınladı. İşte her okuyanın duası olarak sayılabilecek o satırlar...

Allah inşaAllah bütün Müslüman alemini birlik ve beraberlik içinde yapsın.

Ve bunu en kısa sürede yapsın inşaAllah. Allah Mehdi'yi zuhur ettirsin. Hz. İsa'yı inşaAllah nuzül ettirsin, Onun nüzulunü çabuklaştırsın. Dünyadaki fitne ve fesadı inşaAllah tamamen kaldırıp Müslümanların adaletini güzelliğini, güzel ahlakını bütün dünyaya göstersin.

...Bütün Müslüman alemini inşaAllah huzur, barış ve kardeşlik içerisinde birleştirsin Allah. Bütün Müslümanların bu birlik ve beraberliğe uyması için içlerine ilham versin, şiddetle bunu istetsin. Bölünmüşlüğe karşı şiddetle tavır koymalarını sağlasın Allah. Ve birlik ve beraberlik içinde olmak için aşkla şevkle gece gündüz gayret ettirsin Allah. Filistinli kardeşlerimize inşaAllah Allah şehit sevabı versin. Onların inşaAllah şehitlikle ahirete irtihallerini nasib etsin. Hastalara da şifa versin. Onlara Allah tahammül gücü, sabır ve cesaret versin. Zalimlerinde zulmünü Allah tepelerine geçirsin, onları basiretlerini bağlayarak, ferasetlerini bağlayarak, akıllarını bağlayarak, kalplerini bağlayarak, güçlerini bağlayarak, dillerini bağlayarak güçsüz hale getirsin Allah. Ateist siyonistlerin, ateist masonların zulmünü bertaraf etsin. Bütün Müslüman alemine birlik, beraberlik ve kardeşlik içerisinde huzur içinde mutluluk içinde yaşamalarını nasib etsin inşaAllah. Bu güzel çağa, güzel döneme inşaAllah girdik. Muharrem ayındayız inşaAllah. Bu ayın da bereketiyle Allah onu da vesile etsin inşaAllah. Peygamberimizin yolundan bizi ayırmasın. Kuran ahlakından bizleri ayırmasın inşaAllah. Bütün Müslümanlara bereket, huzur, cesaret, itidal, acılara karşı tahammül ve yılmazlık, cesaret, güzel ahlak nasib etsin inşaAllah

http://www.selamhaber.com/haber?id=791

'Müslüman kardeşlerimizin sesini duymalıyız'

Rusya Patriği Kirill: "Müslüman kardeşlerimizin sesini duymak zorundayız."

Rus Kommersant gazetesi, Rusya Ortodoks Kilisesi'nin yeni Patriği Kirill'in daha önce yaptığı konuşmalarından ilginç bir derleme yaptı. İslam dünyası ile ilişkilerin geliştirilmesini isteyen Kirill, Rusya Başbakanı Vladimir Putin'in de çok inançlı bir insan olduğunu dile getiriyor.

15 Ağustos 2007 yılında Rus haber ajansı Ria Novosti'nde düzenlenen basın toplantısında konuşan Rusya Patriği Kirill, İslam dünyasıyla ilişkilerin geliştirilmesinden yana olduğunu belirtmişti. Kirill, "Biz Müslüman kardeşlerimizin sesini duymak zorundayız. Aksi durumda çağdaş İslam'ı anlayamayız. Diğer inançlarla tanışmamız bizim kendi görüşümüzün değişeceği anlamına gelmemeli." dedi.

PUTİN ÇOK İNANÇLI BİR İNSAN

20 Mayıs 2007 yılında ise Rus NTV televizyonuna özel konuşan Kirill, dönemin Devlet Başkanı ve şimdiki Başbakan Vladimir Putin'in çok inançlı bir insan olduğunu ifade etmişti. Kirill, "Vladimir Putin'in inançlı insan olduğuna sadece inanmıyorum, ben bunu hissediyorum. Putin'in geçmişte KGB subayı olmasına gelince, herkes kendi hayat yolunu kendisi tercih ediyor." diye konuşmuştu.

"SAYIN MEDVEDEV TANRI BU ZOR ZAMANDA YARDIMCINIZ OLSUN!"

7 Ocak 2009 tarihinde Noel ayininde Rusya Devlet Başkanı Dmitri Medvedev'e hayır duada bulunan Kirill, "Sayın Dmitri Medvedev bu zor zamanda Tanrı yardımcınız olsun! Biliyorsunuz halk sizi destekliyor. Bu da bizim yüz yüze karşılaşacağımız tüm belalara karşı yiğitçe mücadele etmemiz için tam bir güven sağlıyor." şeklinde konuşmuştu.

Rus Patriği Kirill, 28 Kasım 2005 yılında dönemin ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice'a yazdığı mektupta, Rusya Ortodoks Kilisesi'nin devletten tamamen ayrı olduğunu vurgulamıştı. Kirill, "Rusya Ortodoks Kilisesi devletten tamamen ayrı bir kurum. Bizim papazlar devlet makamlarında, siyasi parti ve harekatlarda görev alamazlar." demişti.cıhan

http://www.habervaktim.com/haber/54557/musluman_kardeslerimizin_sesini_duymaliyiz.html

Kanoute'den İslam ve Filistin yorumu

İspanya'nın Sevilla takımının formasını giyen Frederic Kanoute, Deportivo maçında attığı golün ardından formasının altındaki ''Filistin'' yazılı tişörtü göstermesi ile ilgili konuştu.

İspanya Kral Kupası'nda geçen haftalarda Deportivo'ya karşı oynanan maçta attığı golün ardından formasının altındaki ''Filistin'' yazılı tişörtü gösterdiği için İspanyol Futbol Federasyonu tarafından 3 bin Avro para cezası verilen Kanoute, El Pais gazetesinde yayımlanan röportajında, ''Her gösteri yapana 'neden yaptın' diye soramayız. Bütün dikkatler üzerime geldi ama aradığım da buydu. Bu kadar büyük bir zulme karşı sessiz kalınamaz. Sadece benim insani görevimdi ve bunu yapmanın en iyi yolu sahadaydı. Pişman değilim. Eğer bir kez daha yapmak zorunda kalırsam, yaparım'' açıklamasında bulundu.

Filistin'e desteğinin Müslüman olmasından kaynaklanmadığını, başka bir dinden de olsa aynı tepkiyi göstereceğini kaydeden Mali asıllı Fransız futbolcu Kanoute, şunları kaydetti: ''Mali'de ailemin bir tarafı Müslüman, diğer tarafı Hristiyan. 19-20 yaşıma kadar din beni ilgilendirmiyordu. Daha sonra İslamı öğrenmeye başladım ve daha doğal bir yol olduğuna ikna oldum. Müslüman dindar olmam benim adil olmamı ve vicdanımla hareket etmemi sağlıyor.''

ABD'nin yeni başkanının Barack Obama olmasıyla ilgili görüşünün sorulması üzerine ise Kanoute, şu değerlendirmeyi yaptı:

''Çok olumlu. ABD'ye özenmiyorum ama insanlara fırsat verdiğine inanıyorum. Bir Afrika orijinlinin başkan olması inanılamayacak bir şey. Avrupa'da bundan çok uzaktayız. Bazen ABD'yi eleştiriyoruz ama fırsat verilmesi konusunda bizden ilerdeler. Obama ile olanların Fransa veya İspanya'da olmasını 1 asra kadar göremiyorum.''

Baykal'dan Sürpriz Kur'an Çıkışı

Deniz Baykal, CHP'nin Kocaeli adayı Sefa Sirmen'in 'Her mahalleye Kur'an kursu' vaadine destek verdi..

CHP lideri Deniz Baykal, CHP'nin Kocaeli adayı Sefa Sirmen'in her mahalleye Kur'an kursu önerisi için, "Doğru proje" dedi.

Sirmen dün, "Belediye başkanı seçilirsem, her mahallede açılacak mahalle evlerinde Kur'an kursu verilecek" vaadinde bulunmuştu.

Sirmen, açıklamasının CHP'nin çarşaf açılımı ekseninde yorumlanmasına ise karşı olduğunu ifade etmişti.

http://www.aktifhaber.com/news_detail.php?id=205837