15 Haziran 2009 Pazartesi

Deniz Arcak: Kuran insanın içine işliyor

Uzun zamandır ekranlarda görünmeyen sanatçı Deniz ARCAK yeni albüm hazırlıklarını, Kuran-ı Kerim ve Mesnevi okumaları ile biriktirdiği anekdotlarını anlattı.

İsmihan ŞİMŞEK'in röportajı

KIYISINDA YÜRÜRKEN…

Ele avuca sığmaz bir kızdı 90’lı yıllarda ekranlara silueti düştüğünde… Hala da kabından fırlamak isteyen dev dalgalarını görebilirsiniz kıyısında dolaşırken. İçine daldığınızda ise derinlerinde Mesnevi’yle demlenen, kendi sakin sularındaki istiridyelerde hediyelik inciler biriktiren bir “Deniz” o… Bir süredir sesi soluğu çıkmayan bu Deniz Arcak'ı birkaç çakıl taşı ve bir oltayla yoklayalım istedik biz de. Bereketli günümüzdeymişiz vesselam, Bostancı sahilinden elimiz boş dönmedik…

Uzun zamandır ekranlarda görünmüyorsunuz diyerek klişe bir cümleyle başlayayım. Bu zaman içerisinde neler yaptı Deniz Arcak ? Son bir ayını nerelerde geçirdi mesela?

Her gün birbirinden farklı geçiyor. “İki günü aynı olan ziyandadır” ya, o hesap. Elimde olmadan her günüm birbirinden farklı. İçinde bulunduğum yaşam itibariyle böyle… Şimdi albüm çalışması ile alakalı bir doğum sancısı var. Koşuşturuyoruz bu nedenle… “Ne meşakkatli işler” aşamasındayım şu anda. “Galiba yapamayacağım, hayır” falanlardayım.
Albüm çalışmasına başlandı yani…

Repertuar tamamlandı, iki yıl oldu. Başka bir takım aksilikler oldu. Ben de tersliklerle çok kolay baş edebilen birisi olmadığımı idrak etmiş vaziyetteyim son zamanlarda… Allah dağına göre kar verirmiş derler ya “ yok canım ben tepeyim” dedim. Sonra anladım ki çukurdan başka bir şey değilmişim.

Peki, albüm ne zaman çıkar?

Geçtiğimiz kasım diye planlamıştım, sonra geçtiğimiz nisan diye planlamıştım ama şimdi zurnanın zırt dediği noktaya doğru gelmiş vaziyetteyiz sanıyorum. Bakalım doğru sanabiliyor muyum? Yani -inşallah- 15-20 günümüz kaldı.

Müzik tarzınızda bir değişiklik var mı?

Ritimler çok ön planda. Ama şimdiki dört şarkıda öyle. Yine de farklı bir durum var tabii albümde… Çok vokalli şarkılar… Kendi çıktığı yolları demeye çalışıyor. Sanki çıkmış da, bulmuş da, yazık…

Albüm çalışmaları dışında neler yapar Deniz Arcak? Televizyon seyreder mi, internette gezinir mi, kitap okur mu?

Hiç televizyon seyretme alışkanlığım yok. Sadece arada bir ses olsun diye açtığım olur. Hiç aktüaliteden haberim yok, haberleri seyretmem. Hani memleketimizde ne oluyor, ne bitiyor bilmem. Uzaylı gibi olduğuma karar verdi arkadaşlarım. Gündemi takip etmiyorum çünkü üzülüyorum gündemi takip ettiğimde… Ne ayıp bir şey değil mi? Çocukluğumdan beri takip etmiyorum, geleneksel bir durum benim için bu… İnternete de 20 gün hiç girmem. Mailler alır başını gider…

Bu tür şeylerle aranız kötü olduğuna göre dostlarınız, akrabalar, onlarla olan ilişkileriniz daha önemli herhalde…

Evet, aynen öyle… Can cana seviyorum ben hayatı. Diğerlerinin bana ne yararı var diye düşünüyorum.

Dışarıdan baktığımda, geçmişin küfleriyle pek fazla uğraşmayan, geleceğin tedirginliklerine de çok fazla takılmayan, sadece bulunduğu anı dolu dolu yaşamaya çalışan bir Deniz Arcak görüyorum ben.

Ay ne kadar sevindim. Size sarılmak istiyorum röportajın sonunda…

Memnuniyetle… (gülüşmeler)

Hiçbirimiz boşu boşuna doğmadık. Elbette geleceğe yönelik düşüncelerim var. Fakat benim bir diyeceğim varsa yaşıyorumdur. Onun için de diyeceğim şeyleri iyi ve doğru söyleme telaşını yaşıyor olabilirim. Tabii o telaş da beni çok çok sıkınca o telaştan da vazgeçiyorum.

Şarkılarınız arasında klasikleşmiş olan çok şarkı var. Bugünkü müzik piyasası neden klasikleşmiş şarkılar ortaya koyamıyor?

Benim şarkılarımın hiçbiri henüz klasik değil bence… Belki ilerleyen zamanlarda klasikleşir. Ve bu şarkıların ne bestecisi benim, ne de söz yazarı… Ben sadece yorumculuğunu yapıyorum. Bana dair söylediğiniz şey hoşuma gitti. Ben bunu bir negatiflik olarak düşünürdüm. Ne benim eski albümlerim var, ne kendime dair bir doküman var… Umurumda bile değil. Hatta bir arkadaşım benimle ilgili bir doküman çıkarmaya çalışıyor, şaşırıp kalıyor, nasıl sende olmaz diye? Biriktirmek gibi bir meziyetim yok. Ama insanın kendiyle alakalı bir yol alıp almadığına dair fikir olabilir. Yapsa mıydım aslında diye düşünüyorum. Ama gene olsa gene yapmam.

Hayatınızı okurken de çok hareketli bir çocuk olduğunuzu görüyoruz. Ancak size baktığımızda hala aynı hareketliliğinizi koruyorsunuz ve bu bilinçli bir tercihmiş gibi duruyor…

Ne bileyim valla. Ben size bir şey söyleyeyim mi, benim başıma ne geliyorsa şuursuzluğumdan geliyor. Bu da Allah vergisi bir şey… Bazen bazı şeyleri kazanmak için çaba sarf etmeye başlarım. Fakat çabam bir saniye sürüyor, balık hafızalıyımJ Bitiyor, beceremiyorum. Sonra anlıyorum ki ben bu şuursuzluğu seviyorum.

Şuursuzluk demeyelim ona şuursuzluk başka bir şey… Çünkü geleceği çok fazla kurcalayan kişi fazla kontrolcüdür ama aslında yakalanması gereken şey sizin bahsettiğinizdir.

Ama bakalım ben bunu doğru uygulayabiliyor muyum? Bakalım okuduklarımı hayata geçirebilmiş miyim? Sonuçta şuna şükrediyorum ben. Beşer şaşar… Bizim böyle bir şaşma özgürlüğümüz var. O beni rahatlatıyor. Evet şaşırabilirim. Şaşmak da benim en doğal hakkım. Sonuçta insan olarak vicdan sahibiyiz. Vicdan sahibi olmak da herkese nasip olmaz. Vicdan sahibi olabilmek mümkün olduğunca verdiğin sözü tutmak, benim unuttuklarım oluyor – Allah affetsin- sözünde dürüst olmak herhalde bunlar önemli. Daha bir sürü şey var önemli olan ama bu dünyanın ibrete de ihtiyacı var. Zaman zaman bu görülüyor anladığım kadarıyla… Gaflet dünyanın direğiymiş ya… Gaflette olmasak bu dünya dönmezmiş.

Hiçbir kalıba, sınıflandırmaya girmeden İslam’ı yaşamak istediğinizi belirtmiştiniz telefonda.

Gerçek anlamda olan İslam’dan bahsediyorum. Yozlaşmış, deforme olmuş İslam’dan değil… Kelime anlamı olarak siz benden çok daha iyi biliyorsunuz, “teslim olmak” değil mi? Biz teslim olmayacağız da ne yapacağız ki? Yani zaten herkesin yapması gereken şey bu… Hedef o aslında… Başına gelene razı olmak değil mi? Sabır göstermekten alası değil mi razı olmak? Ben kulumdan razıyım kulum benden razı mıydı önce? O istemeden yaprak kıpırdamıyorsa, o zaten bizden razı, şeytandan da razı, everybody’den razı… İşin demek ki razı olma kısmı bize kalıyor. Bizim razı olmamız gerekiyor.

Bununla ilgili etiketlemeler, sizi belli bir alana hapsetmeler oldu da bunlardan mı sıkıldınız?

Yok yok. Aldırmıyorum ki ben. Deseler de aldırmıyorum aslında. Fakat gene de bununla ilgili çok yakınımdan tutun kel alakalarıma kadar “ne yapıyorsun sen” dediler. Ama beni çok iyi tanıyanlardan hiç böyle bir eleştiri gelmedi. Çünkü ben herhangi bir tuhaf niyet güderek çıkmıyorum yola… O düşünceyi kullanmaya dair henüz bir kapasitem yok. Belki öyle bir şey çalıştırmış olsaydım kafamda başka türlü bir bakış açısı olabilirdim ama öyle bakmıyorum. Yine de şunu düşünmem gerekiyor: eğer asıl maksat hizmetse bu hizmeti doğru verebilmek için hiçbir yanda bulunmamam gerektiğini düşünüyorum. Çünkü belli bir taraf olunduğunda diğer taraflara hizmet edemiyorsun. Onlara karşı bir duvar örüyorsun. Benim herhangi bir duvar veya herhangi bir şablona girmek istemememin sebebi bu…

Şu anda burada oturup konuşabiliyor olmamız zaten bu sınıflandırmalara karşı bir duruş… Siz sorularla bezeli bir dönemden bahsediyorsunuz hayatınıza ilgili… Bu soru soran insan tipiyle soru sormayan insan tipi arasındaki farkı anlatır mısınız?

Dediğim gibi neden, niye soruları hep var. Soru sormakta belki bir lütuf… Aslında maksat sorgusuz sualsiz yaşamak belki de ama…

Böyle sorgusuz sualsiz nasıl olacak?

Hiç düşünmez misiniz? diyor değil mi Kuran’da…

Aklını kullanmayanların üzerine pislik bırakılacağından bahsediyor ayette… Bir de Hz. Ali’nin bir sözü var orada da soru sormadan bilgiye, bilgi edinmeden imana erişilemeyeceğini söylüyor. Sizce Allah kimin önüne gerçekten doğru cevapları çıkarır?

Valla Hz. Mevlana diyor ki; neyin peşinden koşarsan o olursun. Ekmek peşimden koşarsan ekmek olursun, aşk peşinden koşarsan aşk olursun. Ama Hz. Mevlana’nın şöyle bir sözü de var: güzelliğin resmini bu kadar güzel yapan çirkinliğin alasını yapmaz mı? Yani sonuçta şeytan dediğimiz şey olmasa tekâmülümüzün imkânı var mı? Şeytan dediğimiz şey olmasa bizi meleklerden üstün kılacak ne var geride? Hiçbir önemimiz yok. Diyor ki; “dilersem başka topluluk yaratırım.” Bana hoş gelen günah işleyip de yönünüzü görmeniz diyor yani. Onun için soru soran veya sormayan birini yargılamak burada bizi bir yere götürecek bir kapı olduğunu zannetmiyorum. Çünkü her şey zıttıyla görünüyor ya, soru sormayan olacak ki soru soran görünecek. Her şey birbirine hizmet ediyor aslında siyahın beyaza hizmet ettiği gibi…

Doğru cevap bulmada asıl olan samimiyet o zaman...

Galiba dediğiniz gibi…

Bir de huzuru huzursuzlukta bulmak diye bir tabir kullanmışsınız.
Yani edebi edepsizden öğrenmek gibi bir şey.” Her şey zıttıyla var olur”dan huzuru huzursuzlukta bulmak, derdim bana dermanmış hesabı… Ama yalan J Şimdi bakıyorum kendime hiç… Şuanda öyle bir yerde değilim… O zaman huzuru huzursuzlukta bulmuş olabilirim ama şimdi öyle değilim.

Yaşam biçiminizi oluşturan, sizi yönlendiren köşe taşlarınız var mı? Olmazsa olmazlarınız nelerdir?

Var herhalde. O köşelerden dönmüşüm hep. Allah korumuş yani… Bana kalsa raylardan hep yanlara sekmişimdir. Ama Allah korumuş ya resmen. Çok fazla saçmalamamışım. Çok daha fazla saçmalayabilirdim.

Aslında klasik cevaplar beklenir: doğruluk, dürüstlük gibi…

Yok, hayır ben sınırları olmayan bir çocuktum. Yani öyle seviyordum hayatı yaşamayı… “Onu yapamazsın “ dendiğinde benim için dünyanın en cazip şeyi haline gelirdi. Onu yapamaz mıyım? Direkt onu yapmaya doğru giderdim.” Buna dokunma!” Ne, dokunma mı? O benim için kurcalanacak yegâne şey olurdu.

Mesnevi, Kuran okuyorsunuz bildiğim kadarıyla… İslam’la müzik arasında ya da Kuran’la, Mesnevi ile müzik arasında bir bağ kurun desek ne dersiniz?

Kuran zaten müzikle okunarak insana hitap eden bir şey… İnsanların içine bu şeklide işliyor. Allah sistemi böyle indirmiş ya… Bize halt etmek düşer. Ve sonuçta müzik dünyada ilk iletişim şekli… Âdemoğlunun ilk bulduğu sanat dalı müziktir. Onun için konuşmaktan önce müzikle anlaşıyorlar. Seslerle, şunlarla, bunlarla mors alfabesi gibi… Belli bir ritimle… Hz. Süleyman kuşların sesini duyuyor, kâinatta bir armoni var. Rüzgârda bir armoni var, dalgalar ona vokal yapıyor, ağaçları sallayınca başka bir şey oluyor. Benim Şefik Can dedem vardı, ben ona şarkı söylerdim, derdi ki: “Şarkı, müzik öteleri hatırlatır insanlara, onun için insanları başka bir hale sokar.” Müziğin tuhaf bir duyusu var, Allah onu öyle yaratmış.

Bu ara dinlediğiniz birileri var mı?

Erkan Oğur’un hastasıyım. Çok seviyorum. Yorumculuğunu ve ses olarak çok seviyorum. Enstrümanist olarak çok beğeniyorum. Müthiş bir adam... Seçtiği şarkılara ve onları işleyişine de bayılıyorum. Türküyü yıllar sonra keşfettim ben.

Peki, okuduğunuz veya çok beğendiğiniz bir kitap var mı?

En son “Hurufilik” diye bir kitap bitirdim. Çoktan öğrenmem gereken şeyler varmış aslında Hurufiliğin içinde. Yazar belgeselvari bir araştırma yapmış. Çok enteresan… Hele bu konuklara merak duyan birisinin çoktan buna bir bakmış olması lazımmış yani. Şimdi yeni bir kitaba başlayacağım.Felsefeye merak saldım bu ara. Kelime anlamını öğrendikten sonra felsefeye karşı ilgim çoğaldı. Gariptir bizimkiler felsefenin sadece Batı’da olduğunu sanıyor. Kardeşim açsana şu Doğu’ya doğru pencereyi… Hayır, açmamışlar ve onları saymıyorlar.

Özenti mi sizce?

Yok, özenti değil. O onu özümsemiş, hiç özenti değil. Adam 60 yaşına gelmiş, felsefeci olmuş özümsediğinden başkasını görmüyor. Kendi milletinden utanmak değil o, oraya kilitlenmiş bazı insanlar. Ben de türkülere merak salalı 5-6 yıl oluyor. Ama o benim Batı’ya özenmemden değil, çocukken öyle gelmiş. Ablam şöyle dinlemiş, arkadaşlarım böyle dinlemiş, evde türkü dinlenmemiş. Benim o zaman neyim özenti ki? Zaten dışarıdan duyuyorsun, doluyorsun onu özümsemişsin yani taklitten hakikat doğuyor. Onu taklit ederek kendine bir hakikat bulmuş. Niye bulmuş? Çünkü bu sentezlere ihtiyaç var. Artık bir şeyleri bütünlemenin zamanı da geliyor.
Gençlerle aranız nasıl?

İyi iyi. Süper. Onlarla tamamız ya…

Gençlerde eleştirdiğiniz şeyler oluyor mu? Aslında siz çok eleştiren biri değilsiniz ama…

Mesela insanlar “yeni gençlik şöyle böyle” diyorlar. Hiç öyle değil o kadar akıllı ve tatlı çocuklar var ki… Her türden insan var içlerinde… 15-16 yaşındaki bir çocuğu –kendi çocuğunsa tabii eleştirirsin- o kadarcık görüp de eleştirmem ne kadar doğru olabilir ki? Kendimde o yaşlara bakacak olursam; keşke daha donanımlı daha çok şey okumuş birisi olmak isterdim. Bana doğru gelmiyor çocukları eleştirmek…

Evliliği düşünüyor musunuz?

Ben büyüyünce herhalde baba olacağım. Bilmiyorum. Direkt yatay geçişle torun sahibi olmayı düşünüyorum galiba… Bakalım hayat ne gösterecek?

http://www.haber7.com/haber/20090612/Deniz-Arcak-Kuran-insanin-icine-isliyor.php

Sağın değişmeyen umudu: Mehdi

Türkiye'de yıllardır kendini 'devrimci kanatta' görenler çareyi darbede ararken, sağ ve muhafazakar kanatta görenlerin çaresi, Mehdi'nin geleceği tarih oluyor...

İşte o yazı:

Mehdi meselesi

Mehdi meselesi üzerinde Daru'l-Hikme'de küçük çaplı bir açık oturum yaptık. Bu konu günümüzde birkaç nokta-i nazardan ele alınıyor:

1. Mehdilik anlayışının İslam'a yabancı din ve kültürlerden geçtiği iddiası.

2. Kur'an'da geçmiyor oluşu; ilgili rivayetlerin de ya uydurma veya haber-i vahid olduğu iddiası.

3. Özellikle ilk dönem Kelam/Akaid alimlerinin eserlerinde Mehdi meselesinin zikredilmiyor oluşu.

4. Mehdi inancının Ümmet'i atalete/tembelliğe sevk etmesi yahut birtakım art niyetli insanlar tarafından istismar edilmesi.

Daru'l-Hikme'de yaptığımız açık oturum deşifre edilerek siteye ( http://darulhikme.org.tr ) konacak inşaallah. Orada söz konusu ettiğimiz hususların bir özetini paylaşalım istedim. Konu hakkındaki mülahazaları yukarıdaki sırayla ele alacak olursak şunları söylemek durumundayız:

1. "Mehdilik" anlayışının İslam dışı birtakım din ve inanç sistemlerinde olması, İslam'da "Mehdi inancı"nın olamayacağı iddiasına delil teşkil etmez; tıpkı başka din ve inanç sistemlerinde "Peygamberlik" anlayışının bulunmasının, peygamberlik müessesesi hakkındaki İslam inancına tesirinin olmadığı gibi...

Üstelik -daha önce de nüzul-i İsa (a.s) meselesi bağlamında ifade ettiğim gibi- Mehdi'nin zuhurunu haber veren hadislerin İslam kaynaklarında yer aldığı zaman dilimi, Mehdi inancının İslam kaynaklarına sızması için siyasî., sosyal, kültürel, ekonomik... hiçbir açıdan elverişli değildir. İslamî fütuhatın durmaksızın yayıldığı, Endülüs'ten Çin sınırına kadar muazzam bir coğrafyanın İslam hakimiyetinde bulunduğu bir coğrafyada ve müslümanların bütün bu bölgelerdeki tek hakim güç olduğu realitesi karşısında hangi saik Mehdi inancının İslam'a "sızması"na zemin teşkil etmiş olabilir?

Genellikle "kurtarıcı" inancının, toplumların zayıf düştüğü zaman dilimlerinde kitlelere ümit pompalamak adına ortaya atıldığı söylenir. Ancak yukarıdaki manzara göz önüne getirildiğinde İslam Ümmeti'nin niçin bir "kurtarıcı/Mehdi" inancına ihtiyaç duymuş olabileceği sorusu boşlukta durmaktadır...

2. Mehdi inancına, Kur'an'da geçmediği gerekçesiyle itiraz edilmesi de son derece tartışmalı biri tutumdur. Herşeyden önce herhangi bir hususun kabul edilebilir olması için mutlaka Kur'an'da geçmesi gerektiği inancının kendisi sakattır. Kabir sorgusu ve azabı, sırat, mizan... gibi hususlar da Kur'an'da sarahaten zikredilmediği gerekçesiyle günümüzde inkâr edilmektedir; ancak bu konularda sadece Ehl-i Sünnet'in değil, Mu'tezile'nin bile günümüz bid'at ehlinin yanında yer almadığına dikkat edilmelidir.1

Bu nokta hakkında da bu köşede daha önce hayli izahat yapıldığı için üzerinde fazla durma gereği duymuyorum.

3. İmam Ebû Hanîfe'nin risaleleri, İmam el-Eş'arî ve İmam el-Mâturîdî'nin kitapları gibi Kelam/Akaid imamlarının eserlerinde Mehdi meselesinin geçmiyor oluşu, ilgili rivayetleri kabul etmediklerini göstermez. Adı geçen imamlar ve benzerleri, eserlerinde "kıyamet alametleri"ni genellikle icmali olarak zikreder ve şöyle derler: "İsa (a.s)'ın nüzulü, Deccal'ın zuhuru, güneşin batıdan doğması gibi kıyamet alametlerine inanırız..."

Burada üzerinde durulması gereken iki husus var:

Birincisi: Buradaki "... gibi kıyamet alametlerine..." ifadesidir. Bu ifade, zikredilenler dışında da "kıyamet alameti" bulunduğunu, zikredilenlerin sadece örnek kabilinden olduğunu anlatmaktadır.

İkincisi: Mehdi'nin zuhuru esasen bir "kıyamet alameti" değildir. Zira kıyamet alametlerinin en dikkat çeken özelliği "olağanüstü/dışı" olmalarıdır. Hz. İsa (a.s)'ın gökten inmesi, Deccal'ın zuhuru, güneşin batıdan doğması... Hep aynı özellikteki hadiselerdir. Mehdi'nin zuhurunda ise bu tarz bir olağanüstülük/dışılık yoktur. O, sıradan bir insan gibi doğup büyüyecek, bu Ümmet'in yetiştirdiği üstün yetenekli, takva ve ilim sahibi rabbanî alimler gibi yetişecek ve normal süreçler sonucunda Ümmet'in başına geçecektir. Dolayısıyla Kelam/Akaid imamlarının elimize ulaşan eserlerinde Mehdi'den bahsedilmemesini, Mehdi inancının "gayri İslamîliği" iddiasına delil yapmak uygun değildir.

4. Mehdi inancının Ümmet'i tembelliğe sevk ettiği iddiasının da iler-tutar yanı yoktur. Bu Ümmet tarihte yaşadığı hangi buhran esnasında "Mehdi bekleme"ye koyulmuş ve üzerine düşeni yapmamıştır? Esasen Mehdi inancına sahip insanlarda "Mehdi beklemek" diye bir tavır yoktur. Ona inananlar, onun gelip hayatlarını düzene sokmasını beklemez. Bu, sadece vakti geldiğinde cereyan edecek bir hadisenin vukuuna inanmaktan ibarettir.

Mehdi meselesinin en sık istismar ediliş şekli, birilerinin Mehdi ilan edilmesidir. Bu istismarın önü şu iki noktaya dikkat edilerek kolaylıkla alınır:

A. Mehdi konusundaki rivayetleri zorlama yorumlara tabi tutmadan, olduğu gibi kabul edip esas almak.

B. Mehdi'nin zuhuru konusundaki rivayetleri bir bütün olarak göz önünde bulundurup, verdikleri arka plana iyi dikkat etmek. Mehdi'nin zuhurundan önce hangi olayların cereyan edeceği, nerelerde neler olacağı hadislerde açıkça bildirilmiştir. O olaylar cereyan etmedikçe herhangi bir kimsenin Mehdiliği iddiasına -kimden gelirse gelsin- itibar edilmemelidir.

1 Bkz. Kadı Abdülcebbâr, el-Usûlu'l-Hamse, 96-7; Şerhu'l-Usûli'l-Hamse, 730 vd.; İbnu'l-Murtadâ, Tabakâtu'l-Mu'tezile, 730 vd.

mail@ebubekirsifil.com

(Milli Gazete)

http://www.haber7.com/haber/20090613/Sagin-degismeyen-umudu-Mehdi.php