Kıbleye yönelmek namazın farzlarındandır. Herhangi bir yöne doğru kılınan namaz geçerli değildir.
Dolayısıyla kıble yönünün iyi tespit edilmesi namaz ibadetinin sağlıklı bir şekilde ifası içinde önem arz etmektedir. Kıblenin kesin biçimde bilinmemesi durumunda namaz kılacak kişinin kıbleyi tesbit etmek için araştırma yapması gerekir. Gerekli araştırmadan sonra kıble olarak belirlediği yönde namazını kılar. Buradan hareketle kıble yönünün doğru tespiti için "Kıble Yönü" ismini verdiğimiz siteden istifade edebilirsiniz.
Kıble yönü gibi önemli bir konuda doğru kabe yönü açısının tespiti pek mühimdir. Zira kıble yönünün araştırılmadan veya güvenilir olmayan kaynaklardan tespit edilerek belirlenmesi neticesinde kılınacak olan namazı da ifsada sokabilir. Doğru, güvenilir ve sapma açsının en asgari olduğu bir siteden kıble yönünün öğrenilmesi çok önemlidir. İşte bu noktada sapma açısına varıncaya değin sitemizden en doğru kıble yönüne ulaşabileceksiniz.
Kıble bulmak için pek çok yöntem vardır. En kolay yollardan biri pusuladır. Kıbleden uzaklığa bağlı olarak kıble yönü şehirden şehire veya ülkeden ülkeye az miktarda değişir. Bu sitemizden alacağınız kıble açısı ile artık rahatça ibadet yönünüzü bulabilirsiniz. Gerek Türkiye ve gerekse birçok dünya merkezi ve bölgesine ait 33.000 şehir için Kıble yönünü bu sitemizden kolayca öğrenebilirsiniz. Aynı zamanda sitemiz vasıtasıyla kutsal mekanlara ait fotoğraflar ile (mekke resimleri, medine resimleri, kabe resimleri gibi) sizleri manevi alemlere taşıyacaktır. Tüm bunlara www.kibleyonu.com adresinden ulaşabileceksiniz.
Dini Bilgiler, Dini Kitaplar, Dini Sohbetler ve dahası...
20 Ekim 2013 Pazar
14 Eylül 2013 Cumartesi
2 Ağustos 2013 Cuma
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Yumuşak davranamayan kimse, bütün hayırlardan mahrum kalmış sayılır.” Açıklama: Bu hadis Ebü’d-Derdâ radıyallahu anh tarafından farklı bir ifadeyle rivayet edilmiştir. Buna göre Resûlullah Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Kime yumuşaklıktan bir nasip verilmişse, ona hayırdan da bir nasip verilmiştir. Kendisine yumuşaklıktan bir nasip verilmeyen kimseye de hayırdan bir hisse verilmemiş demektir.” Aynı hadisi Hz. Âişe de rivayet etmiştir. Onun rivayetinde yumuşak huylu olan kimseye hem dünyanın hem de âhiretin hayrı verildiği, yumuşak huylu olmayan kimsenin de hem dünyanın hem âhiretin hayrından mahrum kaldığı belirtilmektedir (Begavî, Şerhü’s-sünne, XIII, 74, nr. 3491; Ahmed İbni Hanbel, Müsned, VI, 159). Demekki yumuşak başlılık ALLAH’ın bir lutfudur. Bir kimsenin tabiatında yumuşaklık yoksa, insanlara iyi davranmak elinden gelmiyorsa, herkese katı, kaba ve kırıcı davranıyorsa, o kimse bütün iyiliklerden ve güzelliklerden mahrum kalmıştır. Rivayet Eden: Cerîr İbni Abdullah radıyallahu anh (Riyazü's Salihin - İmam Nevevi Tercüme ve Şerh: Prof. Dr. M. Yaşar Kandemir, Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan, Yrd. Doç. Dr. Raşit Küçük)
1 Ağustos 2013 Perşembe
Savaş ve Namaz Kafkas müslümanlarının mücahid ve kahraman lideri Şeyh Şamil, Rus ordularıyla otuz yıl kadar mücadele etmişti. İşte o savaşlardan biri olan Gimri Savaşı’ında Şeyh Şamil çok ağır bir şekilde yaralanmıştı. Anlatıldığına göre Şamil’in yaralanma hadisesi şöyle gerçekleşmiş: Tüfek ve kılıçlarla yapılan bu çetin savaşta, düşman askerlerden biri bir taşın arkasında saklanarak pusu kurar. Fırsatını bulduğu anda da, üç ağızlı ve oluklu süngüsünü olanca şiddetiyle Şamil’in göğsüne saplar. Göğsüne saplanan tüfeğin namlusu uzun olduğundan bedeni geriye doğru itilmiştir. Bu halde kendi kılıcının düşmana erişemediğini gören Şamil, derhal göğüsüne saplanan süngünün kabzasına yapışarak, bütün kuvvetiyle kendine doğru çeker. Mesafe kısalır, fakat süngünün ucu da kahraman Şamil’in sırtından çıkmıştır. Bu arada mesafesi kısalıp kılıç menziline giren düşman da, Şamil’in bir kılıç darbesiyle ölmüştür. İmam Şamil, son bir gayretle süngü ve tüfeği göğsünden çıkarıp atmış, kurşun yağmuru altında gecenin karanlığından da yararlanarak, yakınlardaki mağaralara doğru büyük bir çaba ile yol almaya başlamıştır. Şamil, ormanlar içindeki mağarada kendi adamları tarafından, bitkilerden elde edilmiş ilaçlarla üç gün gizli tedavi gördükten sonra, sapa bir dağ köyüne götürülür. Burada yirmibeş gün kendini bilmeden, adeta ölü bir halde yatar. Şamil’in şefkatli anası da, bu süre içinde geceli gündüzlü oğlunun başında beklemiştir. Nihayet Şamil, yirmibeş gün sonra kendine gelip gözlerini açar ve başında bekleyen anasına telaşla sorar: - Anam, namaz vakti geçti mi? Ne diyeceğini şaşıran kadıncağız: - Zararı yok yavrum, kaza edersin! der. Halbuki o ölüm uykusu, yüzyirmibeş namaz vakti devam etmiştir. Tarık Mümtaz Göztepe, İmam Şamil
18 Temmuz 2013 Perşembe
Cenâb-ı Hak buyuruyor: “…Anaya, babaya, akrabâya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya ve mâliki bulunduğunuz kimselere ihsân ile muâmele edin, iyi davranın…” (Nisâ, 36) Rasûlullah (sav) buyurdular: “…Komşuna ihsanda bulun ki (kâmil bir) mü’min olasın…” (Tirmizî, Zühd, 2/2305; İbn-i Mâce, Zühd, 24) Her Sofraya Bir Komşu Ebû Zer (ra) şöyle der: “Dostum Rasûlullah (sav) bana şöyle vasiyet etti: “Çorba pişirdiğin zaman suyunu çok koy. Sonra da komşularını gözden geçir ve gerekli gördüklerine güzel bir şekilde ikrâm et!” (Müslim, Birr, 143) Hadîs-i şerîf muktezâsınca komşu hakkını îfâya, yokluk dahî mâzeret değildir. İmkânı dar olan kişi de gücü nisbetinde komşusunu kollamak durumundadır. Zîrâ Allah Rasûlü (sav)’den şöyle bir ihtar vârid olmuştur: “Komşusu açken tok yatan kimse mü’min(Kamil) değildir.” (Hâkim, II, 15; Heysemî, VIII, 167)
17 Temmuz 2013 Çarşamba
15 Temmuz 2013 Pazartesi
"Bir düşmanı olan ondan kaçıp uzaklaşınca kurtulur. Ama benim halim bir değişik; Zira kaçan da benim kovalayan da. Ben kendi kendime hasım olmuş, kendi yolumu kesmişim. Bir yanım iyiliğe koşmakta, diğer yanım ona çelme takmakta. Ne denizlerin dibine dalmak, ne göklere çıkmak beni paklar. İnsan kendi kendisinden nasıl kaçar, gölgesinden nasıl kurtulur? O halde kendimi ıslah etmediğim takdirde bu kaçıp kovalamadan ta kıyamete kadar bana kurtuluş yok.." Hazreti Mevlânâ Celaleddin Rûmi (k.s)
Endonezya nasıl Müslüman oldu? Kendi halinde bir tüccardı. Bir gün kumaşları gemiye yükledi. Endonezya'ya gitti, oraya yerleşti. İşini orada devam ettirdi. Kumaşları kaliteliydi. Tam da halkın aradığı cinstendi. Kendisi de kanaat sahibi bir insandı. Kazancı az olsun, temiz olsun düşüncesindeydi. Bir gün geç geldi iş yerine. Eleman iyi bir kâr elde etmişti sattığı mallardan. Merak etti, sordu: - Hangi kumaştan sattın? -Şu kumaştan efendim. -Metresini kaça verdin? -On akçeye. -Nasıl olur?" diye hayret etti, -Beş akçelik kumaşı on akçeye nasıl satarsın? Bize hakkı geçmiş adamcağızın. Görsen tanır mısın onu? Eleman gitti, müşteriyi buldu, getirdi. Dükkan sahibi müşteriyi karşısında görür görmez, helâllik istedi ve fazla parayı müşteriye uzattı. Müşteri şaşırmıştı. Böyle bir durumla ilk defa karşılaşıyordu. -Ne demekti hakkını helâl et? Olay kısa sürede dilden dile dolaştı. Çok geçmeden kralın kulağına kadar vardı. Sonunda kral kumaş tüccarını saraya çağırdı. Kral sordu: -Sizin yaptığınız bu davranışı daha önce biz ne duyduk, ne de gördük. Bunun aslı nedir? -Ben, dedi tüccar, bir Müslüman'ım. İslâm dini böyle emreder. Müşterinin bana hakkı geçmişti. Dolayısıyla kazancıma haram girmişti. Ben sadece bir yanlışı düzelttim. Kral, -İslâm nedir, Müslümanlık nedir? gibi peş peşe sorular sordu. Birer birer sorularını cevapladı. Kral ilk defa duyuyordu böyle bir dinin varlığını. Fazla zaman geçirmeden İslâm'ı kabul etti. Daha sonra kısa süre içinde de halk Müslüman oldu. 250 milyonluk nüfusa sahip olan bugünkü Endonezya'nın Müslümanlığı kabul etmesindeki sır sadece beş akçelik kumaştı. Yapılan tek şey vardı sadece: İnandığı gibi yaşamak, sahip olduğu güzellikleri çevresiyle paylaşmaktı. Efendimizin müjdesi herkese açık: "Doğru ve güvenilir tüccar, kıyamet gününde peygamberler, sıddıklar (doğrular) ve şehitlerle beraberdir." Yani, asıl etkili olan söz dili değil, hal diliydi. Konuşmaktan çok yaşamaktı. Anlatmaktan ziyade davranış dilinin devreye girmesiydi. Kaynak : Mehmet Paksu, İman Hayata Geçince
14 Temmuz 2013 Pazar
"Ey insanlar! Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Adem'in çocuklarısınız, Adem ise topraktandır. Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi; kırmızı tenlinin siyah üzerine, siyahın da kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvada, Allah'tan korkmaktadır." Veda Hutbesi
Cenâb-ı Hak buyuruyor: “Allâh sözün en güzelini, birbiriyle uyumlu ve bıkılmadan tekrar tekrar okunan bir kitap olarak indirdi. Rablerinden korkanların, bu Kitab’ın tesiriyle tüyleri ürperir, derken hem bedenleri hem de gönülleri Allâh’ın zikrine ısınıp yumuşar. İşte bu Kitap, Allâh’ın, dilediğini kendisiyle doğru yola ilettiği hidâyet rehberidir. Allâh kimi de saptırırsa, artık ona yol gösteren olmaz.” (Zümer, 23) Rasûlullah (sav) buyurdular: “Kur’ân okuyunuz! Çünkü Kur’ân, kıyâmet gününde kendisini okuyanlara şefaatçi olarak gelecektir.” (Müslim, Müsâfirîn, 252, 253; Ahmed, V, 249, 251) Kurân ile Bütünleşin! Bir gün Hz. Âişe vâlidemiz, Allâh Rasûlü’nün yanına gitmekte geç kaldığında, Efendimiz, kendisine bunun sebebini sormuştu. O da: “–Ey Allâh’ın Rasûlü! Mescidde bir adam vardı ki, ondan daha güzel Kur’ân okuyan kimse görmedim.” diyerek gecikme sebebinin Kur’ân dinlemekten kaynaklandığını ifâde etti. Bunun üzerine Efendimiz mescide giderek o zâtın Sâlim (ra) olduğunu gördü. Hissiyâtını şöyle dile getirdi: “Ümmetimin arasında böyle birini bulunduran Allâh’a hamd olsun!” (İbn-i Mâce, İkâmet, 176; Ahmed, VI, 165; Hâkim, III, 250/5001)
İmam-ı Azam Ve Sarhoş Komşusu İmam-ı Azam Hazretlerinin genç bir komşusu vardı. Her gece evine içkili gelir, çıkardığı gürültü ile imamı çok rahatsız ederdi. İmam, gençten hiç şikayetçi olmaz, komşusunun haline tahammül ederdi. Bir gün başkalarının şikayetinden olsa gerek genci hapse attılar. Ertesi gece gencin sesini duymayan Ebu Hanife (r.a.) şaşırdı ve: - Genç komşumuzun sesleri niçin kulağımıza gelmiyor? diye sordu. - Efendim, o sarhoşu vali hapse attırdı, dediler. Ertesi sabah doğruca valinin konağına gitti. Talebeleri, Hocamız her halde valiye teşekkür edecek, diye düşünüyordu. Vali, onu görür görmez ayağa fırladı. Hürmet etti ve: - Ya imam! Teşriflerinizin sebebini lütfen söyler misiniz? dedi. O da, komşusu olan gencin serbest bırakılmasını rica etti. Vali: - Efendim, böyle ehemmiyetsiz bir mesele için niye zahmet ettiniz? Haber gönderseydiniz emriniz derhal yerine getirilirdi, cevabını verdi. Delikanlı serbest bırakıldı. İmam'la karşılaştıklarında oldukça mahcuptu. Kendisini bizzat çok rahatsız etmişti. Ebu Hanife: - Bak biz seni unutmuyoruz, sözleriyle iltifat buyurdu. Genç kısa zaman sonra tövbe etti ve İmam'ın talebeleri arasında katıldı .* * * Onlar, kimseyi itmiyor, kınamıyor, suçlamıyor, belki sadece kendine zulmeden zavallılara acıyor ve yardım etmeye çalışıyorlardı. Başkası ne yaparsa yapsın, onlar kendilerine düşeni yapıyordu. KAYNAK: AKAR, Mehmet; Mesel Denizi, Nil Yayınları, İstanbul 2001, s. 142-143
13 Temmuz 2013 Cumartesi
10 Haziran 2013 Pazartesi
“Çocuklarınızı üç hasletle terbiye ediniz, yetiştiriniz. Peygamberinizi sevmek, onun Ehl-i beytini sevmek ve Kur'ân-ı Kerîm okumak. Çünkü Kur'ân-ı Kerîm’i öğrenen, öğreten ve amel edenler hiçbir gölgenin bulunmadığı günde peygamberleri ve güzîde kullarıyla berâber Allah'ın gölgesindedirler.” (Suyûtî, el-Camiu’s-Sağir)
8 Haziran 2013 Cumartesi
8 Mayıs 2013 Çarşamba
13. Câbir radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Kim ezanı işittiği zaman: Ey şu eksiksiz davetin ve kılınacak namazın rabbi Allahım! Muhammed'e vesîleyi ve fazîleti ver. Onu, kendisine vaadettiğin makâm-ı mahmûda ulaştır, diye dua ederse, kıyamet gününde o kimseye şefâatim vâcip olur." Buhârî, Ezân 8, Tefsîru sûre(17), 11. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Salât 37; Tirmizî, Mevâkît 43; Nesâî, Ezân 38; İbni Mâce, Ezân 4 Bir sonraki hadis ile birlikte açıklanacaktır. 14. Sa'd İbni Ebî Vakkas radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Kim müezzini işittiği zaman: Tek olan ve ortağı bulunmayan Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in O'nun kulu ve resûlü olduğuna şahitlik ederim. Rab olarak Allah'tan, resûl olarak Muhammed'den, din olarak İslam'dan razı oldum, derse, o kimsenin günahları bağışlanır." Müslim, Salât 13. Ayrıca bk. Tirmizî, Salât 42; Nesâî, Ezân 38; İbni Mâce, Ezân 4 Açıklamalar Her iki hadiste geçen "ezanı işittiği zaman" sözüyle anlatılmak istenen, ezanın tamamını işittikten sonra demektir. Çünkü ezanı işiten kimsenin müezzinin söylediklerini aynen tekrar etmesi gerektiğini ve bunun Resûl-i Ekrem tarafından emredildiğini önceki hadiste açıklamıştık. Ezan bittikten sonra ise, Peygamber Efendimiz'e salâtü selâm getirilir; sonra da ezan duası okunur. Yaygın olarak bilinen ve okunan ilk hadiste geçen dua ise de, bundan başkasının da okunabileceğine bu ikinci hadis delil teşkil eder. Hatta bunlar dışında me'sûr olan yani Peygamber Efendimiz'den rivayet edilen ve hadis kitaplarında yer alan dualardan herhangi biri de yapılabilir. Beyhakî'nin rivayetinde ilk duanın sonunda bir de: "İnneke lâ tühlifü'l-mîâd = Şüphesiz ki sen vaadinden caymazsın" ilâvesi vardır ki, biz de dualarımıza bunu ilâve ederiz. Yaygın olan bu duanın çok kısa tahlilini yapacak olursak: Buradaki "davet" ezanın lâfızlarıdır. Daha önce izah edildiği gibi, bu tevhîde davettir. "Tam" olmasının anlamı ezanda kelime-i tevhîd ve kelime-i şehâdetin bulunmasıdır. Tam ve kâmil olmanın bir yönü de değişikliğe ve bozulmaya uğramadan kıyamete kadar hem lâfzının hem muhtevasının korunacak olması ve itikad esaslarının hiçbir zaman değişmeyeceğidir. "Vesîle"nin buradaki anlamı önceki hadiste de işaret edildiği gibi cennetteki çok yüce bir makamdır. "Fazilet" de üstün bir makamın adı olup, diğer mahlûkattan yüce bir mertebedir. "Makâm-ı mahmûd", her lisanın övgü ve yüceltmesine lâyık makam demektir. O makamda olanı ilk yaratılan insandan son yaratılacak olana kadar herkes över ve yüceltir. Makâm-ı mahmûd, şefaat makamıdır ki, Resûlullah Efendimiz'e ihsân olunmuştur. Kur'an'ın: "Rabbin seni makâm-ı mahmûda ulaştırır" dediği makamdır [İsrâ sûresi (17), 79]. İbni Abbâs'ın açıklamasına göre: "Öyle bir makam ki, orada öncekiler ve sonrakiler sana hamd ve senâ eder ve mertebece bütün yaratılmışların önünde olursun. Şefaat edersin de şefaatin makbul olur. Senin sancağın altında olmadık kimse bulunmayacaktır" diye tarif edilir (Alî el-Kârî, el-Mirkât, II, 353). Peygamberimiz çeşitli hadislerinde bu makamdan bahsetmiş ve onun vasıflarını anlatmıştır. Önce de ifade ettiğimiz gibi, ezan İslam'ın temel prensiplerini kendinde toplayan bir dînî tebliğ, bir davettir. Bunu duyup dinleyen ve kalben inanarak tekrar eden bir mü'min, istikamet üzere olduğu, sahih bir iman ve sâlih bir amele sahip bulunduğu için Allah'a her ezandan sonra dua eder. Bu duanın mahiyet ve muhtevasını da böylece özet olarak bile olsa görüp anlayan bir müslüman artık bu fazileti işlemekten kendini müstağni göremez. Bütün bunları pekiştirmek üzere, ezandan ayrı olarak her farz namazdan önce bir de kamet getirilir. Hadislerden Öğrendiklerimiz 1. Ezanı, müezzinin söylediklerini tekrar ederek sonuna kadar dinlemek, bitince de dua etmek faziletli sünnetlerdendir. 2. Ezan vakitleri duaların reddedilmediği vakitler olup, her ezandan sonra dua etmek bu sebeple faziletli kabul edilmiştir. 3. Ezandan sonra duaya devam etmek hayırlara ulaşmanın sebebi olduğu gibi, kıyamet gününde Peygamberimizin şefaatine nâil olabilmenin de vesilesidir. 4. Ezan bittikten sonra Peygamber Efendimiz'in öğrettiği dualardan biri ezan duası olarak okunmalıdır. 5. Vesîle, fazîlet ve makâm-ı mahmûd kıyamet gününde sadece Peygamber Efendimiz'e has üstün mertebe ve makamlardır.
KABAĞIN DA SAHİBİ VAR!Vaktiyle bir derviş berbere gidip: - Vur usturayı berber efendi, der.Berber dervişin saçlarını kazımaya başlar ve diğer tarafa usturayı vuracakken, mahallenin kabadayısı içeri girer.Doğruca dervişin yanına gider, başının kazınmış tarafına sert bir tokat atarak:Kalk bakalım kabak, kalk da tıraşımızı olalım, diye bağırır.‘Dövene elsiz, sövene dilsiz’ olan, halktan gelen her şeyin Hak’tan geldiğine inanan derviş, sabreder. Fakat kabadayının tıraş esnasında da dili durmaz, sürekli alay eder derviş ile: 'Kabak aşağı, kabak yukarı.'Nihayet tıraş biter, kabadayı dükkandan çıkar. Henüz birkaç metre gitmiştir ki, kontrolden çıkan bir at arabası yokuştan aşağı hızla üzerine gelerek kabadayıyı altına alıp sürükler. Kabadayı oracıkta feci şekilde can verir. Berber dervişe bakar, sorar:- Biraz ağır olmadı mı derviş efendi?Derviş düşünceli bir şekilde cevap verir:- Vallahi gücenmedim ona. Hakkımı da helal etmiştim. Gel gör ki, kabağın da bir sahibi var. O gücenmiş olmalı!
PAPAZIN MÜSLÜMAN OLMASINDAKİ ETKİLİ SURE "İslâm'ı iyice araştıran bir papaz, Tebbet sûresi sebebiyle müslüman olur."Bu sûre'de muhteşem bir incelik ve mucize gördüm" der. Ne olduğunu soranlara şöyle açıklar papaz; "Tebbet sûresi yaşayan bir insan hakkında nazîl oldu. Yani Ebû Lehep hakkında nazîl oldu. Ebû Lehep bu sûre indikten sonra tam 8 sene daha yaşadı. Bu sûre onun ve karısının cehennemlik olduğunu bildiriyordu. Yani Ebû Lehep yalandan bile iman etse bu sûre geçersiz kalacaktı.Çünkü Ebû Lehep iman etmiş olacaktı. Ama Ebû Lehep bu sûre inmesine rağmen ve tam 8 sene yaşamasına rağmen inkârında direndi ve zulmüne devam etti karısıyla birlikte.incelik ve mucize burada. Yani iman ederek bu sûreyi geçersiz kılabilirdi. Ama Allah onun iman etmeyeceğini biliyordu. İşte bu sûrede muhteşem bir mucize vardır. Bu da demektir ki Allah(c.c.) geçmiş ve gelecek ile ilgili herşeyi eksiksiz bilmektedir. Ben bu yüzden Müslüman oluyorum..."
Ebu Hureyre (r.a) dediki:Resulüllah (s.a.v) şöyle buyurdu: Ateşlik iki sınıf insan ki ben onları henüz görmedim. Yanlarında sığır kuyruğu gibi kamcılar olup insanları onlarla döven topluluk ve biride bir takım kadınlar topluluğudurki bunlar giyinik, çıplaktırlar. Görenleri yoldan saptıran ve kendileri de haktan sapanlardır. Başları bir tarafa sarkan deve hörgücü gibi olacaktır. Bunlar cennete giremiyecekler, kokusu şu kadar! Şukadar! Yürüme mesafesinden alındığı halde bunlar cennetin kokusunu da bulup alamıya-caklardır. Hadis-i Şerif (Müslim)
Hz. Musa aleyhisselam Tur'a duaya giderken dağda bir adam çıkar önüne. - Ben der, gece gündüz bu mağarada ibadetle meşgulüm. Rabb'ime sor ki, benim yaptığım ibadetimi kabul ediyor mu? Musa aleyhisselam duadan sonra adamın sorusunu sorar, dönüşünde ise acı haberi şöyle verir: - Rabb'imin sana selamı var. Ben o kulumun ibadetlerini kabul etmiyorum, buyurdu, der. Adam düşünmeye başlar. Sonra kendini toparlayarak kalkar mağaraya yönelir. Musa Aleyhisselam 'Nereye?' diye sorar. Mağaraya, der. Vakit çok kıymetli boşa geçirmeyeyim, hemen Rabb'ime ibadete başlayayım! - İbadetlerini Rabb'im kabul etmeyeceğini bildirdi ya! Şöyle cevap verir: - Ben O'nun işine karışmam. Bana 'ibadet et' emri vermiş, ben O'nun emrini yerine getirmeye çalışırım, bilirim ki O asla yanlış yapmaz. Ben O'na teslim olmuşum bir defa. Teslim olan pazarlık yapmaz, O'ndan ne gelirse hikmeti var deyip teslim olur, kabul eder!.. İşte o anda Cebrail Aleyhisselam gelerek der ki: - Ya Musa! O kula söyle şu andan itibaren geçmiş ve gelecek bütün ibadetleri kabul edilmiştir. Allah kendisine böyle teslim olanı asla mahrum bırakmaz. Bu teslimiyeti ona imtihanı kazandırmıştır
7 Mayıs 2013 Salı
8 Nisan 2013 Pazartesi
4 Mart 2013 Pazartesi
Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu anhümâ şöyle dedi: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'i şöyle buyururken işittim: "Allah Teâlâ ilmi insanların hafızalarından silip unutturmak suretiyle değil, fakat âlimleri öldürüp ortadan kaldırmak suretiyle alır. Neticede ortada hiçbir âlim bırakmaz. İnsanlar bir kısım cahilleri kendilerine lider edinirler. Onlara birtakım meseleler sorulur; onlar da bilmedikleri halde fetva verirler. Neticede hem kendileri sapıklığa düşer, hem de insanları saptırırlar." Buhârî, İlim 34; Müslim, İlim 13. Ayrıca bk. Buhârî, İ'tisâm 7; Tirmizî, İlim 5; İbni Mâce, Mukaddime 8.
“Dünya tatlı, göz kamaştırıcı ve çekicidir. Allah onu sizin kullanmanıza verecek ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyaya aldanmaktan sakının. Kadınlara kapılmaktan korunun. Çünkü İsrailoğullarında ilk fitne kadınlar yüzünden çıkmıştır.” Müslim, Zikir 99. Ayrıca bk. Tirmizî, Fiten 26; İbni Mâce, Fiten 19.
9 Şubat 2013 Cumartesi
"Mü'min bir delikten iki defa ısırılmaz." Hadis-i Şerif Buhârî ve Müslim'in beraberce naklettiği bir hadîste Peygamber Efendimiz (sav): "(Akıllı ve olgun) Mü'min aynı delikten iki defa sokulmaz, ısırılmaz." (Buhârî, Edeb, 83; Müslim, Zühd, 63) buyurmuştur. Yânî akıllı ve olgun mü'min, dîn ve dünyâ işlerinde sakınılacak şeylerden sakınır, ihtiyâtlı, tedbirli ve uyanık hareket eder, bir defa aldatılsa bile gaflete düşüp ikinci defa aynı hataya düşmez. Hadîs-i şerif, “yuldeğu” fiilinin nehy şekliyle de rivayet olunmuştur. Bu takdirde mânâ: “Mü'min, bir delikten iki defa ısırılmamalıdır.” olur. Her iki rivayete göre de, hadîsden maksat şudur: Aklı başında bir mü'minin gafil avlanmaması ve tekrar tekrar aldanmaması lâzım geldiğine dikkat çekmektir. Bâzıları bundan maksadın dünya işleri hakkında değil, âhirete ait konularda aldanmamasının kastedildiğini söylemişlerdir. Hadîsin meşhur bir sebebi vardır: Resûlüllah aleyhissalatü vesselam, Bedir harbinde Ebû İzze namındaki şâiri esir almış ve kendisine iyilik yaparak serbest bırakmış. Müslümanlar aleyhine kimseyi kışkırtmayacağına ve kendisini hicvetmeyeceğine dair ondan söz almıştı. Fakat Ebû Izze kavminin yanına varınca sözünde durmamış, kışkırtma ve hicivlerine tekrar başlamıştır. Daha sonra Uhud harbinde yine Müslümanların eline esir düşerek tekrar serbest bırakılmasını istemiş, Resûlüllah (a.s.m.) da: “Mü'min, bir delikten iki defa ısırılmaz.” buyurmuştur. Bu sebep hadîsin nehy şeklindeki rivayetini zayıflatır.
11 Ocak 2013 Cuma
Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Hüsn-ü zan, kulluktaki kemalin eseridir.” Kaynak: (Ebu Davud, Sünen; Ahmed b. Hanbel, Müsned) Ravi: Hz. Ebu Hureyre (radıyallahu anh) Açıklama: Kısaca iyi niyet, olumlu düşünce ve güzel görüş olarak tarif edilebilecek olan hüsn-ü zan, aksine kesin deliller olmadıkça insanlar ve olaylar hakkında hep olumlu düşünmek ve hayır mülahazasına girmektir. Mü’min güzel görüp güzel düşünür, en olumsuz hadiseleri dahi hikmet gözlüğüyle inceleyerek onlardan ibretler ve hayırlı neticeler çıkarır, böylece hayatından hep lezzet alır. Habis bir ruh ise, insanlara ve hadiselere hep kuşkuyla baktığından göğsü daralır, ruhu hep sıkılır ve hayatı kendine adeta zindan eder. Günümüzde gittikçe artan paranoyak düşüncelerin temelinde de bu yanlış ve kötü düşünme sistemi yatmaktadır. Hüsn-ü zan, bir İslam ahlakıdır ve müslümanın iç saffetiyle doğru orantılıdır. Hadiste geçtiği üzere hüsn-ü zan sahibi olması, kişinin kulluğunun güzelliğindendir. Bu yüzden bir mü’min, diğer mü’minler hakkında söylenen olumsuz sözlere hemen inanmaz ve diğer mü’minleri tek taraflı yargılamaz. Hep hüsn-ü zan ve ihtiyatlı olur. İyi niyetli, müsbet düşünceli olmak İslam’ı hazmetmenin ve onda derinleşmenin bir göstergesidir. Hakiki bir mü’min, nefsiyle hesaplaşırken -ye’se düşmemek kaydıyla- kendini yerden yere vururken diğer insanlar söz konusu olduğunda ise hüsn-ü zanla hareket eder. Bir mü’minin nazarında, sû-i zanda isabet etmektense hüsn-ü zanda yanılmak daha hayırlıdır. İslam alimleri, su-i zannın haram olduğunu belirtmiş ve insanların hikmetini bilemediğimiz, yoruma açık davranışları karşısında su-i zanna girmememizi vurgulamışlardır. Ortada suçu gösteren kesin deliller olmadıkça hüsn-ü zan etmek müslüman ahlakıdır. Dahası, insanların ayıp ve kusurlarını araştırmamaktır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de; يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اجْتَنِبُوا كَثِيرًا مِنَ الظَّنِّ إِنَّ بَعْضَ الظَّنِّ إِثْمٌ وَلاَ تَجَسَّسُوا “Ey iman edenler! Zandan çok sakının. Çünkü zanların ciddi bir kısmı günahtır. Birbirinizin gizli hallerini de araştırmayın.” (Hucurât Suresi, 49/12) buyrulmaktadır. Peygamber Efendimiz (aleyhissalâtü vesselâm) da; إِيَّاكُمْ وَالظَّنَّ فَإِنَّ الظَّنَّ أَكْذَبُ الْحَدِيثِ وَلَا تَجَسَّسُوا وَلَا تَحَسَّسُوا وَلَا تَنَافَسُوا وَلَا تَحَاسَدُوا وَلَا تَبَاغَضُوا وَلَا تَدَابَرُوا وَكُونُوا عِبَادَ اللَّهِ إِخْوَانًا “Zandan kaçının. Çünkü zan, sözlerin en yalanıdır. Birbirinizin gizli hallerini araştırmayın, birbirinizin sözlerine kötü niyetle kulak kabartmayın, birbirinizle rekabete girişmeyin, birbirinizi çekememezlik etmeyin, birbirinize karşı kin gütmeyin ve sırtınızı dönmeyin. Ey Allah’ın kulları kardeşler olun!” (Sahih-i Buhari, Sahih-i Müslim, Müsned-i Ahmed b. Hanbel) buyurarak sû-i zandan ve kardeşliği zedeleyecek her türlü davranıştan uzak durmamızı tembihlemiştir. Hüsn-ü zan dinimizde bir esas olduğu için, nifak emareleri taşıyan insanlara karşı da elden geldiğince hüsn-ü zan edilmeli fakat onlara sırlarımız da açılmamalı ve onlar mühim mevkilere getirilmemelidir. Böylece hem onlar utandırılmamış, uzaklaştırılmamış ve nifak sıfatlarından arınmaları için fırsat verilmiş, hem de onlara karşı tedbirli ve ihtiyatlı davranılarak onlardan gelebilecek tehlikelerin önü alınmış ve samimi mü’minlerin de hakkı yenmemiş olmaktadır. İnsanlara ve özellikle de mü’minlere karşı hüsn-ü zan etmekle emrolunan mü’minler, en başta Allah Teâlâ hakkında hüsn-ü zan içerisinde olmalıdır. Allah Rasülü (sallallahu aleyhi ve sellem), “Sakın, sizden hiç kimse, Allah Teâlâ hakkında hüsn-ü zan etmediği bir hal üzere ölmesin.” buyurmuştur. Bir hadis-i kudside ise meâlen “Benim kulumla muamelem, onun Benim hakkımdaki zannına bağlıdır.” buyrularak, Allah Teâlâ’nın afv ve ihsanı hakkında hüsn-ü zan beslemenin ehemmiyeti bildirilmiş ve bunun ne büyük bir vesile-i necât olduğunu nazara verilmiştir. اَللَّهُمَّ صَلِّ وَسَلِّمْ عَلٰى نَبِيِّنَا مُحَمَّدٍ سَيِّدِ الْمُرْسَلِينْ وَعَلَى آلِهِ وَأَصْحَابِهِ أَجْمَعِينْ
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)