Dini Bilgiler, Dini Kitaplar, Dini Sohbetler ve dahası...
18 Temmuz 2013 Perşembe
Cenâb-ı Hak buyuruyor: “…Anaya, babaya, akrabâya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya ve mâliki bulunduğunuz kimselere ihsân ile muâmele edin, iyi davranın…” (Nisâ, 36) Rasûlullah (sav) buyurdular: “…Komşuna ihsanda bulun ki (kâmil bir) mü’min olasın…” (Tirmizî, Zühd, 2/2305; İbn-i Mâce, Zühd, 24) Her Sofraya Bir Komşu Ebû Zer (ra) şöyle der: “Dostum Rasûlullah (sav) bana şöyle vasiyet etti: “Çorba pişirdiğin zaman suyunu çok koy. Sonra da komşularını gözden geçir ve gerekli gördüklerine güzel bir şekilde ikrâm et!” (Müslim, Birr, 143) Hadîs-i şerîf muktezâsınca komşu hakkını îfâya, yokluk dahî mâzeret değildir. İmkânı dar olan kişi de gücü nisbetinde komşusunu kollamak durumundadır. Zîrâ Allah Rasûlü (sav)’den şöyle bir ihtar vârid olmuştur: “Komşusu açken tok yatan kimse mü’min(Kamil) değildir.” (Hâkim, II, 15; Heysemî, VIII, 167)
17 Temmuz 2013 Çarşamba
15 Temmuz 2013 Pazartesi
"Bir düşmanı olan ondan kaçıp uzaklaşınca kurtulur. Ama benim halim bir değişik; Zira kaçan da benim kovalayan da. Ben kendi kendime hasım olmuş, kendi yolumu kesmişim. Bir yanım iyiliğe koşmakta, diğer yanım ona çelme takmakta. Ne denizlerin dibine dalmak, ne göklere çıkmak beni paklar. İnsan kendi kendisinden nasıl kaçar, gölgesinden nasıl kurtulur? O halde kendimi ıslah etmediğim takdirde bu kaçıp kovalamadan ta kıyamete kadar bana kurtuluş yok.." Hazreti Mevlânâ Celaleddin Rûmi (k.s)
Endonezya nasıl Müslüman oldu? Kendi halinde bir tüccardı. Bir gün kumaşları gemiye yükledi. Endonezya'ya gitti, oraya yerleşti. İşini orada devam ettirdi. Kumaşları kaliteliydi. Tam da halkın aradığı cinstendi. Kendisi de kanaat sahibi bir insandı. Kazancı az olsun, temiz olsun düşüncesindeydi. Bir gün geç geldi iş yerine. Eleman iyi bir kâr elde etmişti sattığı mallardan. Merak etti, sordu: - Hangi kumaştan sattın? -Şu kumaştan efendim. -Metresini kaça verdin? -On akçeye. -Nasıl olur?" diye hayret etti, -Beş akçelik kumaşı on akçeye nasıl satarsın? Bize hakkı geçmiş adamcağızın. Görsen tanır mısın onu? Eleman gitti, müşteriyi buldu, getirdi. Dükkan sahibi müşteriyi karşısında görür görmez, helâllik istedi ve fazla parayı müşteriye uzattı. Müşteri şaşırmıştı. Böyle bir durumla ilk defa karşılaşıyordu. -Ne demekti hakkını helâl et? Olay kısa sürede dilden dile dolaştı. Çok geçmeden kralın kulağına kadar vardı. Sonunda kral kumaş tüccarını saraya çağırdı. Kral sordu: -Sizin yaptığınız bu davranışı daha önce biz ne duyduk, ne de gördük. Bunun aslı nedir? -Ben, dedi tüccar, bir Müslüman'ım. İslâm dini böyle emreder. Müşterinin bana hakkı geçmişti. Dolayısıyla kazancıma haram girmişti. Ben sadece bir yanlışı düzelttim. Kral, -İslâm nedir, Müslümanlık nedir? gibi peş peşe sorular sordu. Birer birer sorularını cevapladı. Kral ilk defa duyuyordu böyle bir dinin varlığını. Fazla zaman geçirmeden İslâm'ı kabul etti. Daha sonra kısa süre içinde de halk Müslüman oldu. 250 milyonluk nüfusa sahip olan bugünkü Endonezya'nın Müslümanlığı kabul etmesindeki sır sadece beş akçelik kumaştı. Yapılan tek şey vardı sadece: İnandığı gibi yaşamak, sahip olduğu güzellikleri çevresiyle paylaşmaktı. Efendimizin müjdesi herkese açık: "Doğru ve güvenilir tüccar, kıyamet gününde peygamberler, sıddıklar (doğrular) ve şehitlerle beraberdir." Yani, asıl etkili olan söz dili değil, hal diliydi. Konuşmaktan çok yaşamaktı. Anlatmaktan ziyade davranış dilinin devreye girmesiydi. Kaynak : Mehmet Paksu, İman Hayata Geçince
14 Temmuz 2013 Pazar
"Ey insanlar! Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Adem'in çocuklarısınız, Adem ise topraktandır. Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi; kırmızı tenlinin siyah üzerine, siyahın da kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvada, Allah'tan korkmaktadır." Veda Hutbesi
Cenâb-ı Hak buyuruyor: “Allâh sözün en güzelini, birbiriyle uyumlu ve bıkılmadan tekrar tekrar okunan bir kitap olarak indirdi. Rablerinden korkanların, bu Kitab’ın tesiriyle tüyleri ürperir, derken hem bedenleri hem de gönülleri Allâh’ın zikrine ısınıp yumuşar. İşte bu Kitap, Allâh’ın, dilediğini kendisiyle doğru yola ilettiği hidâyet rehberidir. Allâh kimi de saptırırsa, artık ona yol gösteren olmaz.” (Zümer, 23) Rasûlullah (sav) buyurdular: “Kur’ân okuyunuz! Çünkü Kur’ân, kıyâmet gününde kendisini okuyanlara şefaatçi olarak gelecektir.” (Müslim, Müsâfirîn, 252, 253; Ahmed, V, 249, 251) Kurân ile Bütünleşin! Bir gün Hz. Âişe vâlidemiz, Allâh Rasûlü’nün yanına gitmekte geç kaldığında, Efendimiz, kendisine bunun sebebini sormuştu. O da: “–Ey Allâh’ın Rasûlü! Mescidde bir adam vardı ki, ondan daha güzel Kur’ân okuyan kimse görmedim.” diyerek gecikme sebebinin Kur’ân dinlemekten kaynaklandığını ifâde etti. Bunun üzerine Efendimiz mescide giderek o zâtın Sâlim (ra) olduğunu gördü. Hissiyâtını şöyle dile getirdi: “Ümmetimin arasında böyle birini bulunduran Allâh’a hamd olsun!” (İbn-i Mâce, İkâmet, 176; Ahmed, VI, 165; Hâkim, III, 250/5001)
İmam-ı Azam Ve Sarhoş Komşusu İmam-ı Azam Hazretlerinin genç bir komşusu vardı. Her gece evine içkili gelir, çıkardığı gürültü ile imamı çok rahatsız ederdi. İmam, gençten hiç şikayetçi olmaz, komşusunun haline tahammül ederdi. Bir gün başkalarının şikayetinden olsa gerek genci hapse attılar. Ertesi gece gencin sesini duymayan Ebu Hanife (r.a.) şaşırdı ve: - Genç komşumuzun sesleri niçin kulağımıza gelmiyor? diye sordu. - Efendim, o sarhoşu vali hapse attırdı, dediler. Ertesi sabah doğruca valinin konağına gitti. Talebeleri, Hocamız her halde valiye teşekkür edecek, diye düşünüyordu. Vali, onu görür görmez ayağa fırladı. Hürmet etti ve: - Ya imam! Teşriflerinizin sebebini lütfen söyler misiniz? dedi. O da, komşusu olan gencin serbest bırakılmasını rica etti. Vali: - Efendim, böyle ehemmiyetsiz bir mesele için niye zahmet ettiniz? Haber gönderseydiniz emriniz derhal yerine getirilirdi, cevabını verdi. Delikanlı serbest bırakıldı. İmam'la karşılaştıklarında oldukça mahcuptu. Kendisini bizzat çok rahatsız etmişti. Ebu Hanife: - Bak biz seni unutmuyoruz, sözleriyle iltifat buyurdu. Genç kısa zaman sonra tövbe etti ve İmam'ın talebeleri arasında katıldı .* * * Onlar, kimseyi itmiyor, kınamıyor, suçlamıyor, belki sadece kendine zulmeden zavallılara acıyor ve yardım etmeye çalışıyorlardı. Başkası ne yaparsa yapsın, onlar kendilerine düşeni yapıyordu. KAYNAK: AKAR, Mehmet; Mesel Denizi, Nil Yayınları, İstanbul 2001, s. 142-143
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)